Mesut Yılmaz 1983 yılının Mayıs ayında kurulan Anavatan Partisi’nde kurucu üye ve Genel Başkan Yardımcısı oldu. Aynı yıl Kasım ayında yapılan genel seçimde Rize Milletvekili seçildi. Birinci Turgut Özal hükümetinde Bilgilendirmeden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na atandı ve hükümet sözcülüğü yaptı. 1986 yılında Kültür ve Turizm Bakanı oldu.

 

S.A.: “Mesut Yılmaz’ı da çok takip ettiniz mi?

M.Ü.: “Mesut Yılmaz’ı da defalarca takip etme şansı buldum. Kültür Bakanı olduğu dönemde, bir tatil köyünde konaklarken tanıştık. Bir yaz akşamıydı. Bizi odasına çağırdı. Toplam 15 gazeteciydik. Bize viski ikram etti. Bana göre zeki, kurnaz, sinsi ve aynı zamanda mütevazi bir yapısı vardı. Turizm konusunda bilgi alışverişi yaparak tartışıyorduk. İlk karşılıklı yüz yüze görüşmemiz Turizm Bakanlığı yaparken oldu.”

S.A.: “Başbakan olduğunda da takibi sürdürdünüz mü?”

M.Ü.: “Tabi ki sürdürdüm. Hatta bir keresinde beni çok kötü bir şekilde işletti. Acayip korkuttu.”

S.A.: “Nasıl oldu?”

M.Ü.: “Antalya’ya her gelişinde ben takip işini üstlendiğimden aramızdaki sıcaklık da artmıştı. Yine bir yaz günü Antalya’daydı. Ben ve meslektaşım Nihat Toklu birlikte onu izliyordu. Kumköy’de bir tatil köyüne eşi Berna hanımla gelmişti. Biz 7-8 gazeteci izliyorduk. Nihat Toklu ile benim dışımdakiler Ankara muhabirleriydi. Toklu’nun görevi not almak, benim işim de her zaman olduğu gibi özel fotoğraf çekip konuk meslektaşlara deplasmanda oldukları için gol atmaktı. Yani farklı bir haberle meslektaşlarımı atlatmak istiyordum. Ama bu kez işim çok zordu. Mesut Yılmaz ve Berna hanım bize, ‘Çocuklar bırakın işi bu kez bizden size iş çıkmaz. Birlikte dinlenelim’ diyerek herkesten söz aldı. Ama ben gurubun dışında 4 adım geride onların konuşmalarını dinliyordum. Benim işim dedim ya fotoğraf çekmekti. Herkes odasına çekildi. Bir süre sonra Berna hanım ile Mesut bey havuz başına indiler. Bir masanın etrafında toplandılar ben hep ayaktayım. Koyu bir sohbete başladılar. Herkes kuzu kuzu Başbakanı dinliyordu. Bende Allah’ım ne yapmalıyım ki atlatma haber yapayım diye düşünürken, birden Mesut beyin tam arkasındaki havuz başında 40-45 yaşları arasında bir turist hanımın bikinisinin göğüs düğmelerini çözüp güneşlendiğini fark ettim. Yani üstsüzdü. Çaktırmadan bir adım geri çekilerek kadının bizim tarafa bakmasını bekledim. Kadın gayri ihtiyari Mesut beylerin masaya doğru bakıyordu. Bir an kadınla göz göze geldik. Sarışın küt saçlı hoş bir hanımdı. Ona elimle kalk işareti yaptım. Kadın sanırım çok şaşırmış olacak ki, 2 dizinin üstüne kalkarak bana doğru başını sallayarak ‘Nee’ der gibi baktı. İşte tam o anda deklanşöre bastım ve elimi hiç çekmedim. Makinanın klik sesinden dolayı bütün masa bana döndü. Ne çekiyorum diye şaşkın şaşkın bakarken Başbakan Mesut Yılmaz, ‘Ayakta durma Mahmut efendi. Gel sende otur. Yüzünü görelim yine ne oyun peşindesin’ dedi. Canıma minnet, hemen bir sandalye çekip oturdum. Bu ara fotoğraf çektiğim kadın bana çok kızmış olacak ki, toparlanıp havuz başını terk etti ama masadakiler onu çektiğimi fark etmediler. Filmler dia olduğundan dolayı banyo yapmadan yolladık. Bizim haberi Milliyet çok büyük kullanmıştı. Ama asıl sürprizi Posta Gazetesi yapmıştı. ‘Yılmaz çiftinin tatil keyfi’ diye Berna hanımı kareden kesmişler ve Mesut Yılmaz’ın kafasının sağında bir kadın göğsü, solunda yine kadın göğsü. Sanki kadın poz vermiş gibiydi. Nerdeyse göğüsler Mesut Yılmazın kulağına değecek gibi. Muhteşem çıkmıştı. Büroda o gün başarımızdan hep söz ettik. Ankara basınını adeta yere sermiştik. Aydın Doğan gurubunun bütün gazetelerinde bizim haber bizim resim vardı. Haber çıktıktan sonra akşamüzeriydi. Tam ofisten ayrılacaktık ki, telefon çaldı. Arkadaşım seni istiyorlar dedi ve bana bağladı. Telefondaki ses, ‘Başbakanım seninle görüşecek’ dedi. Şaka sandım. Birden Mesut beyin sesi kulaklarımda çınladı gayet sinirli bir tavırla, ‘Sen kim oluyorsun da benim böyle bir resmimi gazeteye göndermişsin. Şimdi bir ekip gelecek seni alacak, İçerde biraz yat da aklın başına gelsin’’ dediğinde kaynar sular başımdan aşağı döküldü. Daha çok şey söyledi ama o korkuyla söylediklerini dinlemiyordum bile. Daha doğrusu bir an koptum. Berna hanım çok hanımefendi, mütevazı, candan bir insandı. Derinden bir ses ‘Yapma Mesut. Korkutma çocuğu, çoluk çocuğu var. Yazıktır’ diye sesini duyunca biraz rahatladım.  Mesut Yılmaz, ‘Tamam lan şaka yaptım sana. Yine yaptın Mahmutluğunu. Aferin iyi iş çıkarmışsın ama dua et Berna Hanım yanımdaydı. Olmasaydı ben hanıma sen bana nasıl hesap verirdin seni elimden kim alırdı’ dedi ve ‘İyi akşamlar’ diyerek telefonu kapattı. Rahat bir nefes almıştım. Ben meslektaşlarıma bir gol atayım derken, az daha kodesi boylayacaktım. Başbakan fena bir şekilde beni işleterek cezalandırmıştı.”

S.A.: “Sonradan görüştüğünüz de size kızmadı mı?”

M.Ü.: “Yok kızmadı. Çünkü sonrasında daha büyük bir vukaata imza attım.”

S.A.: “Bundan büyüğü ney ki?”

M.Ü.: “Ben aslında turizm ve magazin muhabiriydim. Ancak, daha önce de belirttiğim gibi iyi fotoğraf çektiğim için tüm liderleri de ben takip ederdim.  Bakanlarla sık sık sohbet ederken Antalya siyaseti hakkında hep bana soru sorarak bilgi alırlar ve sözlerime itibar ederlerdi. Yaşamım boyunca hiçbir partinin adamı olmadığımdan doğruları söylerdim.  Falez Oteli’nde ANAP’ın büyük bir toplantısı vardı. Mesut Yılmaz; Yaşar Okuyan, gazeteci Mehmet Yöndem ve tanımadığım bir zat ile sohbet ediyordu. Uzaktan onları izliyordum. Bir ara Mesut bey ile Yaşar bey baş baka kaldılar. O an Yaşar Okuyan ile göz göze geldik. Hemen beni yanına çağırdı. Selamlaştık ve yanlarına oturmamı söyledi. Okuyan bana ‘Geçen Kurban Bayramı’nda bir vekilin gazetecilere hediye olarak koyun gönderdiğini öğrendik. Sen kaç koyun aldın’ diye gülerek espri yaptı. Ben ‘Hiç’ dedim. ‘Et gelseydi alırdım. Adettir, sevaptır, ama koyun gelince kabul etmedim bence bu rüşvettir’ dedim. Mesut beye dönerek, ‘Evet bu bizim doğrucu Mahmut’ dedi ve o konuda birkaç soru daha soruldu, bende yanıtladım. Ardından Yaşar Okuyan Mesut Yılmaz’a dönerek, ‘İzniniz varsa başka bir soru soracağım’ dedi. Mesut Yılmaz’da maşını sallayarak onayladı. Okuyan, ‘Mahmut doğru söyle halk bizim hakkımızda ne düşünüyor, ne konuşuyor’ dedi. Bende hiç aksatmadan ‘Hırsızlar Partisi diyorlar’ cümlesi bir anda ağzımdan çıkıverdi. Aslında çok ayıp ettiğimi sonradan fark ettim ama bir kere ağzımdan çıkmıştı. Çevir kazı yanmasın işlerini de pek beceremem. İşte o anda Mesut Yılmaz ve Yaşar bey kıpkırmızı oldular. Bende çok utandım. Bunu ne Mesut Yılmaz unuttu, ne de ben. Tüm eski dostluklar 2 saniyede çöpe atılmış oldu. Daha üsluplu bir şekilde o soruyu yanıtlayabilirdim. Havanın soğuduğunu hissedince, müsaadenizle deyim yanlarından ayrıldım.”