Bir yolculuk vakti daha gelip çatmıştı gurbetten sılaya. Heyecanlı ve sevinçliydim, biletimi aylar öncesinden almıştım. Berlin üzerinden İstanbul’a iniş yapıp oradan memleketime doğru yol alacaktım. Uçağın kalkmasından bir saat öncesinde havaalanındaki yerimi aldım. Perona doğru hareketlenirken uçağın kalkmasına yarım saat kalmıştı. Uçağa varıp her zamanki gibi daha öncesinden belirlediğim cam kenarındaki yerime geçtim. Gökyüzüyle uçağın dansını seyretmek çok hoşuma gidiyordu açıkçası. Beş dakika kadar sonrası yanıma seksenli yaşlarda bir amca geldi selam vererek. Yirmi yaşında ayak bastım Almanya topraklarına evladım . Bir  hevesle, sefaleti delerim diyerek çıktım geldim buralara. Bilemezdim para kazanırken çok şey kaybedeceğimi. Kaç defa kendime demişimdir aç kalsaydım da buralara gelmeseydim. Oysa beni buralara yollamak için babam varını yoğunu harcadı, elde avuçta bir şey kalmadı. Bütün akrabalar seferber oldu, yardım ettiler. Bizim oraların insanları yardımseverdir, zor durumda yanında olurlar. Bütün köy sağolsun beni hep birlikte yolcu etmişti. Köyden gurbete giden ilk kişiydim ne de olsa. Şimdi seksen iki yaşındayım evladım. Geldim geleli evimin, yurdumun, köyümün yüzünü göremedim. Kaç  yıl oldu sayamıyorum bile. ‘’Elli üç yıl amca diyerek sustum tekrar’’ Dile kolay elli üç yıl. İki, üç yılım Almanya’ya alışmakla geçti. Alıştım da. Bir tane Alman kıza vuruldum ve yuva da kurdum onunla. Derken uçak İstanbul’a iniş yaptı. Üç saatin ne kadar çabuk geçtiğini anlayamamıştım. O kadar dalmışım ki hikayesine ismini sormak bile gelmedi aklıma. Sormasam da mühim değildi. Hikayenin devamıydı benim için merak uyandıran. Ve aklıma bir şey geldi, seslendim: Amca yanlış anlamazsan seninle birlikte ben de gelmek istiyorum, seni ben götüreyim iznin olursa dedim ve biraz mahcup kabul etti. Valizlerimizi aldık ve bir araç kiraladım. İstanbuldan koyulduk yola. Amca yol boyunca hiç konuşmadı. Sadece gözleri nemli bir şekilde etrafı izledi. Memleketi özlediği belliydi. Köyüne yaklaştıkça daha bir heyecanlanıyordu sanki. Afyon’u geçip Emirdağ’a doğru yol almaya başladık. Emirdağ sınırlarına girince oğlum durdurur musun arabayı dedi. Durmamla inmesi bir oldu, eğildi yere, kokladı toprağı sonra Emirdağlarını izledi bir süre. Tekrar devam ettik köyüne, Güneysaray’a doğru. Köyün girişine geldiğimizde kendini tutamayıp çocuk gibi ağladı. Evinin önündeydik nihayet. Bizi otuzlu yaşlarda birisi karşıladı. Selamlaştıktan sonra buyur etti içeri. Tanışma faslından sonra çok değişmiş buralar dedi amca. Sordu ana, baba, kardeş. Otuzlu yaşlardaki adam başladı anlatmaya: Ali amca dedi( bu arada adını öğrenmiş oldum) ninem, dedem, babam hepsi hakkın rahmetine kavuştu, biz kaldık buralarda. Bir süre sessizlik ve gözyaşından sonra Ali amca ayaklandı, beni mezara götürün dedi. Vardık mezara, okudu ana ve babasına ve kardeşinin oğluna dedi ki: Ben çok yanlış yaptım, hayırsızlık ettim evladım, son isteğim beni buraya, anamın, babamın yanına gömer misiniz? Yeğeni öptü elini ve başını sallayarak onayladı. Eve vardık, baktık ki ev çok kalabalık. Bütün akrabalar bir arada Ali amcaları için. Yine ağladı Ali amca ve şöyle dedi: Benim köyüm Anadolu’nun bir çekirdeğidir evladım. Ben vefasızlık ettim de onlar yine vefalı davrandılar. Akşamında tarhana çorbası içtik. Ali amca iki tas içti kokusunu içine çekerek, çok özlemişti belliydi. Hiç hali yoktu ama yüzü gülüyordu köyünde olduğu için. Odamıza çekilip uyuduk. Sabahında musalla taşında cenaze namazını kılıyorduk Ali amcanın. Annesi ve babasının yanına defnetmiştik. Seksen iki yıllık hayatın çoğu çile, keder, acı içinde geçen Ali amcanın köyüne geldiği günün sabahında kendi yurdunda ruhunu Allah’a teslim etmesi ibretti doğrusu. Son nefesini verirken mutluydu Ali amca buna olan inancım tamdı. Ve ölmeden önceki günün akşamında söylediği son söz ömrüm boyunca aklımdan çıkmayacaktı. O köy bizim köyümüzdür.