10 Kasım’ın etkisiyle mi, yoksa Atatürk’ün resmini indiren öğretmene çok sinirlendiğim için mi bilmiyorum, dün gece rüyamda Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü gördüm. Üzerinde beyaz pazen elbisesi vardı. Beyaz gömlek, üzeri siyah puanlı beyaz bir papyon Yine beyaz olan ayakkabıları pırıl pırıl parlıyordu. Yine her zamanki gibi üzerinden zarafet akıyordu. Arkaya taralı beyaz saçları, masmavi gözleri ile insana huzur veriyordu. Atamı karşımda görür görmez dona kaldım. Ne konuşabiliyordum, ne de yürüyebiliyordum. Nefesim daralmaya başlamıştı ki, aramızda şu diyalog geçti:

“Naber çocuk?”

Titreyen sesimle, “İyiyim Atam. Siz nasılsınız?”

“İyiyim.”

“Ne yaptınız emanetime iyi bakıyorsunuz değil mi, ülkemiz muasır medeniyetler seviyesine çıktı değil mi?”

Zaten titreyen sesim, iyice kısıldı. Bir yandan mahcubiyet, bir yandan onu üzmeme isteğim, bir yandan da ondan medet ummam beni alt üst etti. Sonra kararımı verdim. Mademki bu ülkeyi o kurmuştu, her şeyden de haberi olmak hakkıydı. Ayrıca Atama yalan söylemek haddime mi düşmüştü.

“Çıkamadık” dedim. “Gerçi tüm dünyanın bizi kıskandığını söyleyenler var ama ben daha öyle bir dünyalı ile karşılaşmadım.”

“Neden oğlum. Ben size kooperatifler kurdurup tarımı bıraktım, hayvancılığı bıraktım. Köylümüz milletin efendisiydi.  Fabrikalar kurup sanayiyi bıraktım. Biz bize yetiyorduk. Kendi fişeğimizi, şekerimizi, dokumamızı, kiremitimizi, çeliğimizi, çimentomuzu, bezimizi, sütümüzü, camımızı, kömürümüzü, kağıdımızı, kükürtümüzü, barutumuzu, tüfeğimizi, topumuzu, uçağımızı üretiyorduk, işliyorduk. Neyinizi eksik bıraktım da, yerinizde saydınız, yükselemediniz?”

Artık yüzüm kıpkırmızı olmuştu.

“Atam dedim biz hayvanı, tarım hammaddelerini, eskiden bu topraklarda yetişen birçok ürünü yurt dışından getirtiyoruz. Kurduğunuz fabrikaların çoğunu sattık. O yüzden de yurt dışına bağımlıyız.”

Kaşlarını çatmaya başladı.
“İyi de oğlum ben bunu böyle hayal etmedim ki. Cumhuriyeti kurduktan sonra tarıma hayvancığa önem verdik. Onu geliştirdik. Bir yandan üretim yaptık, bir yandan da gelecekte bu üretilenleri yurt dışına göndermek için her yere ray döşettik. Siz niye bu hale düştünüz?”

“Haklısınız Atam. Üretimimizi azalttık. Sizden sonra uzun yıllar hiçbir iktidar demiryolu döşemedi. Ancak son yıllarda hızlı tren için döşeniyor. Hızlı tren yaygınlaşıyor.”

Yüzü biraz yumuşamıştı ki, benim dangalaklığımdan yine kızdı.

“Atam son zamanlarda tren konusunda biraz tedirginiz. 24 kişinin öldüğü tren kazası bizi biraz ürküttü.”

“Ne kazası, niye oldu?”

“Atam rayları yapan firma, yeterince sıkıştırmamış. O yüzden oldu.”

“Firmaya ne ceza verdiniz?”

“Şimdilik bir şey yok ama Atam daha önce vergi borcunu silmiştik, artık kızdık silmeyiz diye umuyorum” deyince iyice kafası karıştı.

“Oğlum siz her gün ant içip, benim açtığımız yolda ilerleyeceğinize söz vermediniz mi?”

“Verdik Atam’da şimdi veremiyoruz.”

“Neden ?”

“Ant yasaklandı.”

Benim mahcubiyetimden olsa gerek. Artık bana acımıştı. Hesap veremediğim her halimden belliydi. Konuyu değiştirmek için:

“Benim Fenerbahçe ne yapıyor? Nasıl başarılı değil mi?”

Bu konu da olmamıştı. “Atam” dedim, “Şu anda düşme hattında ama, eminim ki düzelecek. Ancak taraftarı sizi inanılmaz seviyor, her biri sizin askeriniz, başkanı da öyle.”

“Beni sevmek ne demek çocuk, sevmeyende mi var? Ben hayatımı bu ülkeye feda ettim. Ülkemizden düşmanları kovdum. Sizler doğunca çocuğum olacağınız için çocuk bile yapmadım. Beni niye sevmesinler ki?”

“Maalesef zaman zaman sizin heykellerinize saldıranlar, size hakaret edenler var. Hatta sizden korkanlar bile var.”

“İyi de neden? Benden sadece düşmanlarımız korkardı. Bir Türk benden niye korksun?”

“Vallahi Atam. Daha geçen gün bir Fıkıh Öğretmeni sizin resminizden korktuğu için indirilmesini istedi.”

“Fıkıh dersi mi? Anladım” dedi ve o bir yandan içini çekerken, bir yandan da öfkesini kontrol altına almaya çalışıyordu.

“Çocuk” dedi. “İçimi kararttın. Şimdi dünyada olsam oturur bir büyük bitirirdim herhalde.”

“O zor” dedim.

Niye?” diye sordu.

“Çok pahalı” dedim.

Güldü.

“Peki, Hatay ne oldu. Ölmeden Hatay için çok uğraşmıştım. Hala orası özerk mi?” dedi.

Bu sefer sevinçle yanıt verdim: “Hayır sizin ölümünüzden bir yıl sonra Hatay Türkiye toprağı oldu. Hatay’da bizim bir ilimiz.”

Mutlu oldu.

Zaten bu mutluluğu bozulmasın diye, “Hatay Türkiye’de ama, şu anda Suriyeli nüfusu, Türk nüfusundan daha fazla” demedim.

“Artık sormaya korkuyorum ama, emanetim olan askerlerime iyi bakıyorsunuz değil mi?”

Yüzüm yine kızardı. “Şehitlerimiz oluyor. Geçen gün de 2 askerimiz dondu. Ama olsun. Askerlik rahat. Parasını verince askerlik yapmıyorsun.”

“Çocuk” dedi gözlerinden birer damla yaş akarken, “Belli ki sizin için benim sözlerimin bir değeri yok. Bari doğru dürüst çocuklar yetiştirin. Gençlerden umudunuzu hiç kesmeyin. Nasıl benim naçiz vücudum toprak olduysa, bunlara sebep olanlarda toprak olacak. Belli ki siz anlamamışsınız, hiç değilse yetiştirdiğiniz çocukların anlamasını sağlayın” dedi ve arkasına bile bakmadan gitti.

İşte böyle dostlar. Her ne kadar hesap veremesem de, sadece rüyada olsa da, Atamla sohbet çok güzeldi.

Esen kalın…