2014 model Volkswagen marka araç satılıktır

Hayır, hayır! Rüyada falan değil, gerçek hayatta, hep kendimle yarışıp durdum bir ömür boyu. İyi mi ettim, kötü mü ettim ? Hiç bilmiyorum. Ama ben böyle yakalayabildim mutluluğu. Zaman  zaman çok çok gerisinde kaldım koyduğum hedeflerin. Zaman zaman tökezledim, düştüm. Yıllar sonra geriye dönüp bakıyorum da başarmışım bir çok şeyi. Dedelerimden kalma -Antika bir Aferin –bana!!!

Yooo   ukalalık yapıp kendimi övmüyorum. Genelde sanatçıların kendi kendileriyle barışık olduklarını okumuştum bir yerlerde de azıcık absürt takılayım istedim. Tamam   ömrüm Ülkemizin seçkin bir Sanat Kurumunda geçti. Bu konuda gerçekten çok çok şanslıyım da. Sadece o kadar da değil yani. Bu arada sürekli okuyarak, hatta ara ara Kurumumuzun çıkardığı dergilerde, ya da oyun tanıtım broşürlerinde yazılar d yazdım. Bunlar bir anlamda benim antramanlı kalmamı sağladı. Bunlar sadece birer küçük tespit. Kendi kendimle yarışımın boyutları çok başka!

Bir kere çok kitap okuyordum. Halen de çok okuyorum. Hızlı okuma tekniğini de öğrendiğimden olacak Haftada on kitap okumak benim için ortalama sayılabilir. Alçak gönüllülük yapmam. Bu konuda iddialıyım. Fakirliği yenme konusunda çok başarılı değilsem de muhannete muhtaç olmayacak kadar o konuda da başarılı sayılırım. Kendime koyduğum hedefleri tutturabilirsem çıtamı daima biraz daha yükselterek kendimi başıboş bırakmıyorum bu yönüm iyi.

Yazma konusunda Orhan Kemal’leri, Kerime Nadir’leri, Muazzez Tahsin Berkant’ları, Yaşar Kemal’leri, Aziz Nesin’leri, Rıfat Ilgaz’ları, Muzffer İzgü’leri Erdal Öz’leri, Abbas Sayar’ları, Bekir Yıldız’ları, Nazım’ları, Ahmet Arif’leri, bir kenara bırakın sıradan bir taşra gazetesinde günlük yazı yazan biri kadar bile değerli ve sürekli yazan biri olmadığımı biliyorum. Hele hele ekmek parası için on- on beş günde iki yüz -iki yüz elli sayfalık bir roman yazan Orhan Kemal üstadımıza ve diğer yazarlarımıza olağanüstü saygı duyuyorken onlar gibi olmayı hiç ama hiç aklımın ucundan geçirmeyecek kadar haddimi bilirim. Bütün bunlara rağmen yazmak gerektiğini de Semih Gümüş gibi yazmayı teşvik eden yazarlarımızın beni teşvik ettiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Bir anlamda onların çırağım diyebilirim.

Nasıl, örneğin radyo bulunduktan sonra insanlar artık radyolu bir dünyanın insanı oluverdilerse, nasıl uçağın yapılmasından sonra artık dünya uçaklı bir dünya oluverdiyse bizler de yazarlı çizerli bir dünyanın insanlarıydık.

Şunu asla unutmamak gerekiyor ki insanlığın kurtuluşu için, yani insanın insanı sömürmesinden kurtuluşu için, İnsanın insana zulüm etmesini önlemek için, bizim yazarlarımız da bizim sanatçılarımız da üzerlerine düşen görevlerini büyük bir başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Eksik olan ise Okumamaktır. Onu da en çok devlet düşünmek zorundadır. Fakat biz de devleti yönetenler cahil insanları çok güzel kandırabildiklerini gördüklerinden toplumun cahil kalmasını bilerek ve isteyerek uygulamaya koymuşlardır. Bu ne yazık ki Atatürk’ten hemen sonra başlamış. Son yıllarda ise zirveye ulaşmıştır.

İnsanın insan eliyle ezilmesi  o kadar çeşitlenmiştir ki insanlar hiçbir şeyin farkına varmadığından kendilerine zulüm edenler bile baş tacı eder hale gelmiştir. Onları uyaranlar ise adeta suçlu duruma düşürülmüştür. İşte bu anlamda da sanatçılar kendi kendileriyle halen daha bir yarış halindedirler.

Sanatçıların kendi aralarında yaptığı bir sohbet toplantısında Rahmetli Aşık Veyselin Kulağına Aşık Mahsuni’nin de o toplantıya gelmekte olduğu çalınır. Ve sorar Aşık Veysel. Ona da anlatırlar Aşık Mahsuni’ninde gelmekte olduğu. Aşık Veysel hemen der ki.” Toplanın hep beraber garaja onu karşılamaya gidelim. Çağımızın Pir Sultan’ı geliyor.”

Sanat biraz da böyle bir şey işte!

Aşık Veysel’in yaşça kendisinde bir hayli genç olan bir başka Ozanımıza verdiği değere bir bakar mısınız?

Oysa ben yıllardan beri Antalya da bir tek sanatçının diğer sanatçı hakkında övgülü sözler söylediğini duymadım desem yalan olmaz! Antalya da her eline kalemi alan en büyük oluyor!

İşte iyi ye özenmek de bu anlamda iyidir.

Mağara ya da ev duvarlarından başlayıp, Kilden yapılmış bir tabletin, bir papirüsün, bir kumaş parçasının, bir kağıdın ve şimdilerde moda, bir dijital ekranın üzerine sonsuza kadar kalması düşüncesiyle bir şeyler yazılıp duruyorsa, durmadan bu zaman denilen her şeyi yok eden müthiş acımasızlığa o kara deliğe karşı direnmek içindir biraz da. İsyandır zamana karşı bir anlamda.

Çoğu insan, söylemek isteyip de söyleyemedikleriyle, bu dünyayı bırakıp giderken Sanatçılar hem kendi adlarına hem de o içinde uhdeleriyle gidenler adına söylerler her şeyi. Kendi kendileriyle yarışın da gerçek anlamı budur.

Söcükler çok çok güçlüdürler. Bakmayın siz Şairin Kelimelerin kifayetsizliğinden, yetersizliğinden  bahsetmesine. O Şairler, en iyi onlar bilirler o sözcüklerle kalplere nasıl gidilip girildiğini. Hatta iddia ederim ki o şairlerden başka hiç kimse, o sözcükleri, o biçimde bir araya getirip, o anlamlarını yükleyemezler. Yüzlerce yıldır herkesin her yerde kullandığı sözcükleri sanatçılar söyleyince birden bire her şey değişmektedir.

“Onlar Engereklerdir, Çıyanlardır

Onlar Aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır.

Tanı bunları, tanı da büyü Adiloş bebe”

Demiş ya Ahmet Arif.

Ondan önce yok muydu bu sözcükler? Neden şimdi şiir olmuşlar? Anlamak istemeyene zaten ne söylenirse söylensin boştur. Birden bire biti verir yarış.

İşte Sanatçıların çaresizliği de tam bu noktada başlar.

Tam bu nokta da…

                                                                                                              Mehmet SEVİŞ