İktidar bir yandan muhalefeti düşmanlaştırırken, diğer yandan tabanını ve iç ittifakını tahkim etmeye dönük adımlar atıyor. Cumhur İttifakı Hüda Par’ı ortak ederek Cumhuriyet tarihinin en gerici ittifakını oluşturdu. Seçimler de normal olmayacaktır. Seçim sonuçlarının manipüle edilebileceği gerçeğini unutmamak gerekiyor. Baskı ve hilelerle seçimi gasp etme vb. süreçlere muhalefet hazırlıklı olmalıdır. Tabi ki direnmeler, hatta bazı karışıklıklar yaratmak isteyenler olabilir. Ama zannediyorum yasal kurumlar bunun önüne geçeceklerdir diye düşünüyorum. Erdoğan’dan iktidarı bir trafik kazası olmadan devralmak kolay olmayacaktır.

Demokrasiyi seçim sandığına indirgeyen muhalefetin, el ovuşturup bunlar gidiyor durumundan çıkması lazım. İnsanlara güven verecek adımlar atılmalı, kapsayıcı ve yaratıcı politikalar kararlılıkla savunulmaya devam edilmelidir. Ortak mitingler düzenlenmelidir. Bunlar yeterli değil. Öncelikle seçim güvenliği nasıl sağlanacak? İktidar tarafından alınan kararlar, uygulamalar, tarafsız basın ve medya guruplarına baskıların artması, bazı parti binalarına silahlı saldırılarda bulunulması, gazeteci ve aydınlar üzerindeki baskı ve tehditler, toplumda seçim güvenliğine yönelik kaygıları artırdı. Tüm seçmenlerin en çok rahatsız olduğu bu konuda tüm kaygılar henüz giderilmiş değil. Muhalefet partileri ortak çalışmalar yapsa da bence seçim güvenliği ancak örgütlü bir halk seferberliğiyle mümkün olabilir.

Derinleşerek devam eden ekonomik krizin yarattığı yıkım, depremle birlikte iktidarı ciddî anlamda sarstı. Deprem devlet kurumlarındaki içten içe büyüyen çürümeyi de açığa çıkardı. Büyük bir hoşnutsuzluk, birikmiş olan öfke ve çığ gibi büyüyen tepkiler toplumun büyük çoğunluğunda değişim isteğini arttırdı. İktidarın hizmet hikayeleri de (yüksek geçiş ücretli köprüler, hasta garantili şehir hastaneleri, yolcu garantili hava alanları, hızlı trenler, Togg vb. yatırımlar) depremle birlikte anlamını yitirdi. Hatta tüm bunlar sorgulanır oldu.  Görüldüğü gibi Türkiye’yi her bakımdan bir çöküş noktasına getirmiş olan bu faşist rejimden kurtulmak için koşullar bugün, hiç olmadığı kadar uygun.

Ülke olarak tarihsel bir kırılma noktasından geçiyoruz. Mevcut burjuva düzeninin restorasyonu çerçevesinden, seçim sonrası Türkiye fotoğrafına baktığımızda iktidarın bir biçimde varlığını sürdürmesi halinde şu ana kadar var olan tüm sorunlar katlanarak büyüyecek ve daha da derinleşecektir. Ardından IMF ve Dünya Bankası patentli yeni ekonomik reçeteler (sosyal saldırı programları) hayata geçirilecektir. Kimse tek başına böyle bir süreçte ayakta kalamaz, tabi sessiz de kalınamaz. Süreç bize birlikte iş yapmayı, gerekli cesarete sahip olmayı, özveriyi, dayanışmayı ve mücadeleyi dayatmaktadır.

AKP-MHP faşist ittifakı, iktidarlarını bir biçimde bugüne kadar sürdürdüler ama iktidarda yerleşik ve kalıcı bir “faşist kurumsallaşmayı” bir türlü gerçekleştiremediler. Hukukun rafa kaldırıldığı ülkede, otoriterliğin “kalıcı otoriterliğe” dönüşüp dönüşmeyeceği önümüzdeki     14 Mayıs 2023 seçimlerinin sonucuna bağlı hale geldi. Öyleyse temel görev bu faşist rejimin tasfiyesi olmalıdır.

Önümüzdeki süreç burjuva düzeninin restorasyonu olsa da, demokrasiyi yeniden inşa edebilmek için bugünün görevi emekten, barıştan, demokrasiden yana tüm güçlerin iş birliği içinde birlikte mücadele etmesidir.                                                                                                                                                     

15 Mayıs’ta umutların yeşerdiği bir sabaha uyanmak dileğiyle…