Bazı hikayeler insanı uzaklara götürür. Bazen hikayelere gerek kalmadan ufacık bir koku, bir ses, bir tat sizi en derinlere sakladığınız anılarınıza götürür. Bu gün benimde çok beğenerek okuduğum ve beni uzaklara götüren bir hikaye anlatacağım. İyi okumalar. Babam, eminim, yaradılıştan neşeli ve sevecen bir adamdı. Otuz dördüne kadar, çiftliği Ohio’daki Bidwell kasabası yakınlarında bulunan Thomas Butterworth adında bir adamın yanında ırgatlık yapmış. O sıralar kendine ait bir atı varmış cumartesi akşamları atına biner, öteki ırgatlarla birkaç saat çene yarıştırmak için kasabaya gidermiş. Kasabada cumartesi akşamları ırgatların doluştuğu Ben Head’in barına takılır, biraları yuvarlarmış. Barda şarkılar söylenir, bardaklar küt diye indirilirmiş tezgâha. Babam saat on oldu mu atına atlayıp ıssız köy yolundan eve döner, gece rahat etsin diye atının kuşamlarını çözer, kendi de mutlu mesut yatağı boylarmış. O sıralar hayatta yükseleyim falan gibi bir düşünce yokmuş kafasında. Otuz beşine bastığı yılın baharında o sıralar köy öğretmeni olan annemle evlenmiş, ertesi bahar da ben kıpraşa haykıra dünyaya gelmiştim. İşte o sıra bu iki insana bir şeyler olmuş, hırs basmış. Amerikalıların hayatta yükselme sevdasına kapılmışlardı. Anlaşılan, bu iş annemin başının altından çıkmıştı. Öğretmen olduğu için elbette pek çok kitap, dergi okumuştu. Garfield’in,1 Lincoln’ın, daha başka Amerikalıların yoksulluktan gelip nasıl yükseldiklerini, şan şöhret sahibi olduklarını biliyordu loğusalık döneminde onun yanında yattığım günlerde bir gün insanları ve şehirleri yöneteceğimi hayal etmişti belki de. Her ne hal ise, babamın ağzından girip burnundan çıkmış, onu ırgatlığı bırakmaya, atını satıp kendine bağımsız bir iş kurmaya razı etmişti. Uzun boylu, uzun burunlu, gri gözleri bozuk, kendi halinde bir kadındı. Kendisi için bir şey istediği yoktu. Babam ve benim için ise gözünü hırs bürümüştü. Bu iki insanın ilk girişimi fiyaskoyla sonuçlandı. Bidwell’e on iki kilometre uzaklıkta, Griggs’s Road’da on dönümlük verimsiz, taşlık bir arazi kiralayıp tavuk yetiştirmeye başladılar. Çocukluk çağımı orada yaşadım, hayatla ilgili ilk izlenimlerimi orada edindim. Daha en başından berbat izlenimlerdi bunlar belki de hayatın karanlık yanını görmeye eğilimli karamsar biri olduğumdan, bunu, çocukluğumun gamsız tasasız geçmesi gereken günlerinin bir tavuk çiftliğinde harcanıp gitmiş olmasına bağlıyorum. Ama ben bu literatürün dışına çıkıyorum. Benim öykümde tavuklar öncelik taşımıyor. Eğer doğru dürüst anlatabilirsem, yumurtaya odaklanacak öyküm. Annemle babam tavuk çiftliğinden para kazanmak için tam on yıl savaştıktan sonra mücadeleden vazgeçip yeni bir maceraya atıldılar. Ohio’daki Bidwell kasabasına taşınıp lokanta işine girdiler. Civciv çıkarmayan kuluçka makineleriyle on yıl cebelleştikten ve ilkin cascavlak kalan, ardından tam tavukluğa terfi edecekken ölüp giden minik, üstelik çok da sevimli tüy yumaklarının derdini çektikten sonra her şeyi bir yana bıraktık ve bütün eşyamızı bir arabaya yükleyip Griggs’s Road’dan aşağı vurduk, Bidwell’in yolunu tuttuk hayatta yukarılara tırmanmaya başlamak için yeni bir yer arayan küçük bir umut kervanından farksızdık. Ben okurken, garip duygular hissettim. Umarım sizin içinde öyle olmuştur.