Hani: “ Ben Gönen’de doğdum.” diye başlar ya ünlü bir öykücümüz yazısına… Benim girizgahım da, biraz öyle olacak ama varsın, olsun!

Ben Çumralıyım.

Çumra ise insanoğlunun araştırmalarına göre en eski, en antika, en önceki zamanlarda Çatal- höyük’lülerin. Sonra Konya’nın, Larende  (Karaman)nin, Karapınar’ın, Hatta bir ara Seydişehir’in.

Çatalhöyük tarihte kendi kovanları içinde yaşayan arılar gibi, kendi şehirlerinde yaşayan,  toplu yaşama geçişin ilk örneklerinden biridir. Günümüzden neredeyse on bin yıl önce: On bin kişilik bir şehrin bu günkü adıdır. O zamana ait kendisinin bir adı var mıydı? Varsa neydi? O bilinmiyor! Zaten o biraz da Arkeologların işi.

Niye söylemeyeyim bu bence düşünülmüyor bile. Öyle olmasaydı neredeyse yetmiş yıldır orada araştırma yapan bilim insanları oranın orijinal adını da çoktan bulmuş olmaları gerekirdi. Oysa o bilim insanlarının o adla uğraşması yerine yapacakları o kadar çok işleri var ki…

C.W.Ceram’ın “ Tanrılar, Mezarlar, Bilginler” adlı “Arkeolojinin Romanı “ alt başlıklı Abdullah Örs’ün 1949 yılında Türkçemize çevirdiği kitapta da olduğunca O zamanın insanları, Toprağın adamlarıdırlar. Bir çeşit adı konmamış bitki gibidirler. O insanları varlığı, hissettikleri, düşünebildikleri kadarıyla düşünceleri, yaşadıkları, arzuları bitkilerin yaşadığı uyuşukluk gibidir biraz.

Yaşamak bir taraftan herkesin kendisine ve kendisi için yaptığıdır. Diğer taraftan ise şayet sadece kendimizi ilgilendiren hayat kişi tarafından herhangi bir başka şeye yönlendirilmezse toplumsal parçadan ayrılmaktadır. Toplumdan dışlanmışlığı yaşamaktadır daha o zamanlar o insanlar bile. Bunu nereden çıkarıyoruz sorusuna gelince: Daha o zamanlarda kendisini adayacakları hiçbir şeyi olmayanların kendi labirentlerinde kayboluşlarının sezisiyle sanatı bulmuş olduklarını görüyoruz , sevinerek!

Duvar Resimleriyle Boğaları nasıl avladıklarını, Nasıl yeni yeni bazı hayvanları evcilleştirdiklerini, nasıl liderlerini bir şekilde ölümsüzleştirip “ Kibele Ana” heykelciğine dönüştürdüklerini, Yırtıcı hayvanları, yanardağları, Bir takım insanların nedense geleneksel olarak evlerinin içlerine gömmeyip dışarıya Akbabalara başsız olarak yem edildiklerini o zamanın en ileri  yazısı olan basit resimlerden faydalanmışlardır. O basit resimler bile o zamanın dev buluşudur. Daha önceler de de Fransa’daki Lascois mağarasında bulunan at resmi bilim insanlarınca ne kadar önemsenmişti hatırlayalım. İşte o zamanın en büyük sanatçıları o resimleri yapanlardır.

Okullarda öğretmenin sınıftan çıktığı anı düşünün bir an. Çocuklar zincirlerinden boşanmışçasına bağırmaya, çağırmaya başlarlar. Bunun nedeni çocukların her birinin öğretmenin empoze ettiği baskıdan kurtulmasının, yönetim dizginlerinden kurtulmanın kendi kendisinin efendisi olmasının zevkidir,  o yaşanılanlar.

İşte günümüzde Sanatçılar da devlet, din, töre, gelenek görenek,vs. vs. gibi toplum otoritesinin iyilerinin pekiştirilmesi ve kötülerinin yok edilmesi mücadelesini sürekli sürdür durur.

Taht en üsttekilere ait imtiyazlı sandalye, ön sıralar, vaz kürsüleri için korku unsurlarıdırlar Sanatçılar. Tıpkı Çatalhöyük zamanında olduğu gibi Sanatçıların kendi başlarına buyruk olmaları, kendi kaderlerine karşı asi olmaları, ayaklanmalarıdır bir bakıma.

Mitoloji de Baş Melek Lüsifer’in başkaldırmasının amacı kendisini yaratıcı yerine koymak olabileceği gibi Melekler arasına konmak da olsa fark eden bir şey yoktur. İsyan: İsyandır.

Belli bir zamanda sanatçıların ortaya çıkıp halka önderlik etmeleri bir anlamda onlara önder ya da liderlik etmeleri o zaman dilimi içinde yeryüzündeki bütün insanlara yeni fikirlere yeni tercihlere ilham ve üstünlük gayretleri aşılaması demektir. Bu bakarsınız Polonya da bir işçi lideri Leh Valesa olur. Bir bakarsınız Tunus’ta bir Pazarcı. Hiç fark etmez.

Sanatçılar eserlerini yaratırlarken kendi düş ve düşüncelerinden yola çıkarken o zaman içindeki insanlığın ve toplumların nereye aktığının tahlilini çok iyi görüp, tahlil edip, herkesten önce görüp harekete geçmesidir. Öte yandan onu frenlemeye çalışan da yine insanlık ve toplumdur.

O zamanlar çok genç olduğum için anlayamadığım Büyük sanatçı Rahmetli Genel Müdürüm Ergün Orbey’in bir sözü şu sıralarda çok çok takılıyor aklıma.

“ Bizim için Sahne bir İbadet hanedir.” Diyordu.

Sanat ve İbadet: Evet evet yanlış okumadınız. Sanat bir bakıma ibadet etmektir. Hele de İslama inanmışsanız. Çünkü Sanatçılar Sahnede bir kitabı okuyarak, konunun kahramanını kendi zamanları içinde canlandırmaktadırlar yaşayarak. Eee. İslamiyet’in de ilk emri Oku değil miydi?

İşte iyi niyetle yapılmış bir Zaman ve Sanat tespiti.

                                                                                                              Mehmet SEVİŞ