Ninemin dizine koyardım başımı. Damarları çıkık, kurumuş, sarı bir kestane yaprağına benzeyen eli başımın üstünde dolaşırdı… Çocukların gözüne uykuyu, yıldızlı bir gece gibi dolduran masalları söylemesini bilirdi ninem. Masallar birbirine benzerdi. Her masalın bir yeri vardı ki, ninem oraya gelince, gözümden yanaklarıma uyku karanlık bir su gibi aksa da, başımı kaldırır, yüzümü buruşturarak onun yüzüne bakardım. Nasıl bakmayayım: «Yolcular yola çıkar Keloğlan demir kunduralarını giyer, dağlara düşer hakanın küçük oğlu çeşme başındaki ağaçta ağlayan sevgilisini aramaya koyulur ama hepsi, az giderler, uz giderler, dere tepe düz giderler, bir dönüp arkalarına bakarlar ki, bir arpa boyu yol gitmişler. Az gidip, uz gidip, dere tepe düz gidip, arkaya dönülüp bakılınca bir arpa boyu yol gidildiğini görmek yok mu işte bu benim küçücük kafamın bir türlü almadığı nesneydi. Derviş, servinin altına oturdu. Kuşağından nayını çıkardı. Üflemeğe başladı. Nayın deliklerinden ağaçlar fırladı havaya, sanki ağaçlar nayın içindeydi de derviş üfledikçe dışarı fırlıyorlardı. Nayın, deliklerinden dağlar, dereler, yollar fırladı havaya. Nayın deliklerinden havaya fırlayan ağaçlar, dağlar, dereler, yollar dünyanın öbür ucunda dağsız, deresiz, yolsuz ağaçsız bir çöle düştü. Çölde dağlar, ağaçlar yükseldi, dereler aktı, yollar uzandı. Buraya Nay Ülkesi denildi. Kara Seyfi kır atının üstünde, dağ tepesinde, dolaylara bakıyordu. Patlak gözleri hırstan parlıyordu, çalı gibi sert kara sakalı oynuyordu. Biz Kara Seyfi’yi burada böyle bırakalım da dönelim dervişin yanına. Servinin altında oturup nay çalan dervişin nayının bir deliğinden bir kız fırladı havaya, sonra yavaşça düştü yere, dervişin yanıbaşına. Kız dünya güzeliydi. Sırma saçları topuklarında. Yüzü ay parçası. Elâ gözlerinin kara kirpikleri uzun mu uzun, kıvır mı kıvır. Kız daha on beş yaşında. Adı da Ayşe. Ayşe elini öptü derviş babanın. Elpençe divan durdu karşısında. «Emret derviş baba dedi, görülecek işin varsa göreyim. Karnın açsa tarhana pişireyim sana. Uykun geldiyse döşek sereyim altına. Sözü uzatmayalım, bulutla tavşan arasında bu yarenlik olurken, Kara Seyfi de atını bir tepede durdurmuş, iki kaşının orta yerine pisleyen ak güvercini arıyordu gökyüzünde. Güvercini gördü. Ama tam o sırada, bulut da geliverdi güvercinin yanına. Güvercinin yanına gelen bulut aşağıya baktı çattı kaşlarını. Kara Seyfi yayını germiş ak güvercine nişan almıştı. Bulut bıraktı kendini Seyfi’nin üstüne, sarıverdi onu. Kara Seyfi tepesinden aşağı göçen dumanın içinde, ne yapıp ne edeceğini şaşırdı, gözleri görmez oldu, aksırıp tıksırmağa başladı. Eh, güvercin durur mu, kaçtı gitti. Güvercinin kurtulduğuna bulut sevindi, bıraktı Kara Seyfi’nin yakasını, toparlandı, yükseldi gökyüzüne, koyuldu yoluna. Gecelerden bir gece, Ayşe kız, bahçede, küçücük evinin önünde, havuz kıyısında oturuyordu. Sol omuzunda güvercin, dizinde tavşan uyukluyordu. Gökyüzünde yıldızlar, orak biçiminde ay, bir köşede bulut vardı. Ayşe onları havuzun sularında seyrediyordu. Az gittiler uz gittiler, yine dere tepe düz gittiler, yine ormanlar geçildi, fundalıklar geçildi. Kara Seyfi’ nin beygiri durup dinlenmeksizin yol almaktan zayıfladı, iğne ipliğe döndü. On beşinci gün uçsuz bucaksız bir kırlığa düştü yolları. Otuzuncu gün kayalıklar sardı dört yanı. Hava cehennem gibi sıcaktı. Toprak çatır çatır çatlaktı. Kara Seyfi çevresine baktı, bir karış gölge yoktu. Otuz beşinci gece kayalıklardan da topraktan da eser kalmadı. Ayışığında tan yerinden tan yerine uzayıp giden kumlarda beygir adım atamaz oldu. Kırkıncı gün, devedikeni «Geldik, dedi, işte burası kuraklık ülkesi. Doldur çuvala bu kumlardan» dedi. Kara Seyfi, bir deri bir kemik kalan atın sırtından indi, çuvalı kuraklık ülkesinin kumlarıyla doldurdu. Sonra da çuvalı yükledi, kendi de bindi hayvana. Ak güvercin sordu Ayşe kıza: Ayşem, dedi, kederin nedendir? Ayşe kız cevap verdi: «Bulutçuğum çiçeklerimi, beni, hepimizi kurtardı, ama kendi yok oldu. Feda etti canını hepimiz için. Ben kederlenmeyeyim de kimler kederlensin?» Ayşe kız içini çekti, elâ gözlerinden inci gibi yaşlar döküldü havuzun sularına. Tavşan, «Kederlenme boşuna Ayşe kız, dedi, iyi insanlar, iyi hayvanlar, iyi bulutlar, hiç bir zaman kaybolmaz. Seven ölmez. Sözü uzatmayalım, arası çok geçmeden gökyüzünün maviliğinde bulut belirmeye başladı yine, tam da eski halini alınca, yukardan Ayşe’ye baktı, bahçeye baktı, kocaman bir ağız oldu, yayıldı, gülümsedi, böylece de iyiler iyilik buldu Nay Ülkesinde, kötüler çekti cezasını. Dervişin nay ile anlattığı masal da burada bitti, derviş de nayını koltuğuna sıkıştırıp gitti.