Refik Halit Karay çok sevdiğim bir yazar. Size bugün onun en sevdiğim hikayelerinden birini anlatacağım. Güneş çoktan batmıştı fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü. Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke hazırlanmak istersiniz. Ben de emirerine dam üstünde nargilemi hazırlatmıştım, kahvemi bekliyordum birden avluya dört atlı girdi, dört silahlı Bedevi. Bu dediğim tarihte Sultan Hamit’in Suriye’ deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm. O zamanlar böyle yerlere subaylardan kahya, askerlerden korucu gönderilirdi aşiret Araplarının akınlarına karşı koymak için. Şimdi Şeyh ‘in iki parmağı -kirli, kara tırnaklı kadit parmakları – yaranın içine paslı bir kıskaç, bir kerpeten gibi sokulmuştu. Kurşunu bulmuş, yakalamış olacaktı ki yerinden oynatmak için tıpkı çekiçsiz ve kesersiz nasıl bir tahtadan çivi çıkarmaya uğraşırsak, öyle, iki tarafa sallamaya, ırgalamaya başladı. Sonra büktü … Sağa büktü, sola büktü. Her büküşünde yaradan koyu, kalın bir kan tabakası kabarıyordu. Sönük petrol ışığının altında katran gibi görünen ve sıcaklığı duyulan bir kan tabakası… Sade sıcaklığı değil, öğürtücü kokusunu da duyuyordum. Çocukluğumun Kurban Bayramı kokusu! Şeyh, yere, ayaklarımızın altına bıraktığı deminki tıkacı eline aldı ben gözlerimi istemeyerek kapadım. Açtığım zaman bu tıkaç yaranın içinde idi belli ki biraz güçlükle girmişti, zor işliyordu. İşliyordu diyorum zira Şeyh’in merhametsiz eli bunu taş ocaklarında barut deliği açanların küsküsü gibi sert, granit sırtına bir tarafına daldırıp daldırıp çıkarıyor ve her çıkarışında etrafa kan, pıhtı zifosu serpiştiriyordu. Bir aralık kan fazlalaştı. Tıkanmış bir musluk yalağına nasıl bir tel veya değnek soktuğunuz zaman, aşağıdan yer bulamayan su taşarsa, öyle mecrasız bir kan kabartısı… Siz o tayı görmeliydiniz… Ha, evet söylemeyi unuttum: Olaydan üç sene sonra, ben çiftlikte yokken bir Bedevi gelip bir tay bırakmış, “Paşaya vaat etmiştim, kendisi bilir!” demiş, gitmiş. Paşa dediği benim… Daha o zaman teğmendim. Fakat Bedevi’nin gözünde bir Türk subayı daima paşadır.