Bir adam, kuzey Alabama’da bir demiryolu köprüsünün üstünde durmuş, beş altı metre kadar aşağıda hızla akan suya bakıyor. Elleri arkasında, bilekleri bir sicimle bağlı. Boynuna sımsıkı bir ip geçirilmiş. İp başının yukarısındaki sağlam payandaya bağlanmış, sarkan ucu ise dizlerine kadar iniyor. Adam ve cellatları –sivil hayatta şerif yardımcılığı yapmış olabilecek bir çavuşun komutasındaki iki Federal ordu askeri– demiryolunun raylarına destek veren traverslerin üstüne serilmiş birkaç oynak kalasın üstünde duruyorlar. Geçici olarak yerleştirilmiş bu platformun az ötesinde, üniformasından yüzbaşı olduğu anlaşılan bir subay, belinde kılıcı, dikiliyor. Köprünün iki ucunda birer nöbetçi ellerinde tüfekleriyle “destek” pozisyonunda duruyorlar yani tüfeklerini sol omuzlarının önünde dikey tutmuşlar, dipçikler önkollarına dayalı, eller göğüste bedeni dik durmaya zorlayan, yönetmeliğe uygun ama doğaya uygun olmayan bir duruş. Köprünün ortasındaki dörtlünün dışında hiç kimse kıpırdamıyor. Bölüğün yüzü köprüye dönük hiç kıpırdamadan, taş kesilmişçesine öyle bakıyorlar. Yüzleri nehrin iki yakasına dönük nöbetçiler, köprüyü süsleyen iki heykel sanki. Yüzbaşı, kollarını kavuşturmuş, hiç sesini çıkarmadan astlarının yaptıklarını izliyor, ama hiçbir işaret vermiyor. Ölüm, geldiği açıklandığı zaman, onu en yakından tanıyanlar tarafından bile belirli saygı gösterileriyle karşılanması gereken bir komutandır. Sessizlik ve hareketsizlik ise askeri görgü kuralları kitabında saygı ve itaat anlamına gelir. Peyton Fahrquhar, köklü ve çok saygın bir Alabamalı aileden gelen, hali vakti yerinde bir çiftçiydi. Bir köle sahibi olduğu ve öteki köle sahipleri gibi bir politikacı olduğu için, doğal olarak tam anlamıyla bir ayrılık yanlısıydı, Güney’in davasına tutkuyla bağlıydı. Burada anlatılması gereksiz buyurgan yaradılışı, Corinth’in düşmesiyle son bulan amansız muharebeler vermiş o yiğit ordunun hizmetine girmesini engellemişti ama kendini dizginlemesinin verdiği utançtan büyük bir rahatsızlık duyuyor, gücünü gözler önüne sermenin, asker gibi yaşamanın özlemini çekiyor, kendini göstermek için fırsat kolluyordu. Bu fırsatın savaş dönemlerinde herkese geldiği gibi kendisine de geleceğini hissediyordu. Bu arada, elinden geleni yaptı. Su yüzeyine çıktığında yüzü nehrin aktığı yöne dönüktü görünür dünya bir anda çevresinde ağır ağır dönüyordu sanki köprüyü, müstahkem mevkiyi, köprünün üstündeki askerleri, yüzbaşıyı, çavuşu, iki eri, cellatlarını görüyordu. Mavi göğün önünde birer karaltıydılar. Bağırıyorlar, ellerini kollarını sallıyorlar, onu gösteriyorlardı. Yüzbaşı tabancasını çekmişti, ama ateş etmiyordu öbürleri silahsızdı. Hareketleri acayip ve korkunç, gövdeleri dev gibiydi. İki üç metre kadar ötesinde sular dehşet verici bir biçimde havaya savruldu, ardından hızla gelen bir gümbürtü duyuldu, sonra ses gittikçe hafifleyerek havada müstahkem mevkiye geri döner gibi oldu ve nehri diplerine kadar sarsan bir patlamayla kesildi! Koca bir dalga yükselip tepesine devrilince önünü göremez oldu, soluksuz kaldı! Ava top da katılmıştı. Bir gülleyle savrulup altı üstüne gelen sulardan başını çıkarınca, yönünü şaşırmış bir top mermisinin havadaki uğultusunu duydu az sonra da ötedeki ormanda ağaç dalları çatırdayıp paramparça oldu. Yolunu güneşe bakarak belirleyerek bütün gün yürüdü. Orman uçsuz bucaksız görünüyor, hiçbir geçit vermiyordu, ormancıların açtığı bir yol bile yoktu. Bu kadar yabanıl bir yörede yaşadığının o güne kadar hiç farkına varmamıştı. Artık biliyordu, ama bu hiç de hayra alamet sayılmazdı. Şimdi gözlerinin önüne bir başka sahnenin geldiğine bakılırsa, onca acısına karşın yürürken uykuya dalmıştı – belki de hâlâ bir sabuklamanın içindeydi. Evinin bahçe kapısının önünde duruyor. Her şey bıraktığı gibi, sabah ışığında her şey pırıl pırıl ve çok güzel. Bütün gece yürümüş olmalı. Kapıyı itip açıyor, beyaz bahçe yolunu geçerken bir kadın giysisinin eteklerinin uçuştuğunu görüyor hayat dolu, edalı ve güzel karısı onu karşılamak için verandadan iniyor. Merdivenlerin dibinde, tarifsiz bir sevinçle gülümseyerek, benzersiz bir zarafet ve vakarla durup bekliyor. Ah, o kadar güzel ki! Fahrquhar kollarını uzatarak atılıyor. Tam karısını kucaklayacakken ensesinde afallatıcı bir darbe hissediyor çevresinde kör edici beyaz bir ışık top patlamış gibi parlıyor – sonra her şey karanlığa ve sessizliğe bürünüyor.