Değerli okurlarım, Dil, milleti oluşturan fertleri birbirine bağlayan bir bağdır. Bir milletin dilinin yozlaşması ise kültürün sarsılmasında ki önemli etkenlerden biridir. Dil ve kültürdeki birtakım değişimler çoğu zaman olağan sayılır. Burada bahsedilen kültürün tamamen yok olmaya yüz tutması. İşte bende bugün sizlere Türkçemizin öneminden ve ne denli yozlaştığından bahsedeceğim.

İnsanların duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşma, öteki kişilerle iletişimi sağlayan ortama dil diyoruz. Sözlükteki bu tanımıyla birlikte hiç şüphesiz ki dil bir kültürdür ve ulusu oluşturan temel parçalardan biridir. Dolayısıyla dilini kaybeden bir ulusun bireylerinde genler ancak birkaç kuşak devam edebilir, dili yeryüzünden silinen bir ulusun varlığı da bir süre sonra silinecektir. Bir ulusu ayakta tutan ve ulusun varlığı ile devamını sağlayan, ulus bilincini besleyen ögenin dil olduğunu söylemek bu noktada yanlış olmaz elbette. Bir ulusun yaşama biçimi, dünyaya bakışı, inançları, gelenekleri dil aracılığıyla aktarıldığına göre ulusun varlığı büyük oranda dilin varlığına bağlıdır. Atatürk “Türk ulusundanım diyen insanlar her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.” sözü ile Türkçenin önemini en iyi şekilde anlatmaktadır. Bu sözü günümüzle ilişkilendirecek olursak şu an özenti kesim tarafından yozlaştırılan güzel Türkçemiz unutulmakta ve yanlış kullanılmaktadır. Türkçenin yozlaştırılması da özünden uzaklaşmasına ve bozulmasına neden olmaktadır. Dilimizin gelişen teknoloji ve yabancı dillerden geçen sözcüklerle birlikte fakirleştiği, yozlaştığı hepimizin farkında olduğu bir gerçek… Peki, bu bozulmadan kim sorumlu? Bundan sonra ne yapabiliriz? Dilimizi zenginleştirmek için hangi adımları atabiliriz? Bu bilgiler ışığında dilimizin geldiği şu anki duruma yakından bakalım.

SORUN NEREDE?

Türkçenin bugün itibarıyla yaşadığı en önemli sorun hiç şüphesiz ki eğitimden kaynaklanıyor. Okullarda Türkçenin öğretimine yeterince önem vermiyoruz ve dilimizi doğru bir şekilde öğretemiyoruz. Burada kabahat tabii ki öğretmenlerde ya da öğrencilerde değil, tüm öğretim birimlerini bir yarış atına çeviren sistemde aramalıyız. Öğretmenler müfredat gereği yalnızca sınavlara yönelik dersler sunarken, öğrenciler de iyi bir yerlere yerleştirilmenin kaygısıyla yalnızca sınavlara hazırlanıyor. Bu ezberci sistem de maalesef Türkçenin doğru bir şekilde öğretilmesinin ve öğrenilmesinin önünü kapatıyor. Buradan eğitim sistemimizin kötü olduğu sonucunu çıkarmak da doğru değil elbette. Eğitim sistemimizin eksikleri var ve Türkçe öğretimi açısından baktığımızda yabancı dillerin, internetin ve kaynakların yozlaşmaya katkısı çok büyük. Bu noktada da ilk aşamada kabahati aramadığımız öğrencilere çok iş düşüyor. Okuyan, araştıran ve doğrusunu bulan nesil için yozlaşma kaynaklarının hiçbir olumsuz katkısı olamaz. Dolayısıyla merak edip araştırmalı, elimizin altındaki kaynakları doğru şekilde kullanmalı ve tembellikten sakınarak dilin gelişimine katkıda bulunmalıyız. Yeterince sözcük türetmiyoruz, türettiğimiz sözcükleri kullanmıyoruz. Teknoloji ve küreselleşme ile birlikte dil kurumlarına çok büyük görevler düşüyor. Bunlardan biri de dile yeni katılan yabancı sözcükler için karşılık türetmek. İş sadece dil kurumlarıyla bitmiyor elbette. Özellikle medyada dilin yanlış kullanımlarının önüne geçmek çok önemli. Sunucuların metinleri doğru bir şekilde okumaları, gazetelerde dil bilgisi kurallarına uyulması, sosyal medyada özellikle körüklenen yanlış kullanımların sona erdirilmesi bu noktada kıymet kazanıyor. Dil kurumları, medya organları, eğitim sistemi dedik peki kullanıcılar açısından baktığımızda ne görüyoruz? Evet, özentilik… Türkçesi varken yabancı sözcükler kullanıyoruz, türetilen kelimeleri beğenmiyoruz ve bu beğenmeme noktasından öteye geçip hiçbir şey üretmiyoruz. Gelişen teknoloji ve küreselleşme ile birlikte İngilizcenin yaygın dil haline gelmesine seyirci kalıyoruz, hatta katkıda bulunuyoruz Dilimizde ki bu yabancılaşma ve yozlaşma öyle bir boyuta ulaşmış ki günümüzde artık birçok alanda kendi öz dilini kullanmak yerine yabancı kökenli kelimeler kullanılmaya yönelinmiştir. Bugün Türkiye’de yaşayan yaşlı dedelerimiz, atalarımız, büyüklerimiz artık yolda gördükleri yabancı mağazaların isimlerini, yabancı kelimeleri ve torunlarından duydukları yabancı içerikli Türkçe sözcükleri anlayamıyorlarsa ve onları uğruna savaşını verdikleri bu ülkede yabancılığa mahkum ettiysek bu yeni neslin atalarına yaptığı çok büyük bir ayıptır. Ünlü filozof Konfüçyüs bir sözünde “Bir ülkeyi yıkmak istiyorsunuz önce dilini tahrip edin” demiştir. Bu bağlamda eğer biz hala bir şeyleri sezip, hissedemiyorsak sadece dilimizde değil bizi biz yapan ve birbirimize bağlayan tüm öğelerimizde tehlike çanları çalıyor demektir.