Nedense ya da ne yazık ki; yerel yönetimler denildiği zaman aklıma ilk gelen sözcük, KAZMA oluyor. Çünkü; günlerce açık kalan çukurlar ne zaman kapansa, ertesi gün eli kazmalı bir adam sokağın başında yolu kazmaktadır. Sanki kazma: yola değil de beyninize saplanmaktadır. Ve kazana kızılmaktadır.

Oysa KAZMA tablosunda en masum unsurdur, kazan adam. Ona denilen: “Ekmeğini oraya gömdük, kaz çıkar.” Biliyoruz ki; kızdığımız insan aslında kazan değil, kazdırandır. Ama ona ulaşmanız kolay değil, o koskoca bir başkan. Ne yapacaksınız o zaman, söylenip duracaksınız “Kazma, kazma, kazma” diye bir zaman.

            Derseniz ki, ne çıkar söylenseniz kendi kendinize “Kazma, kazma” diye… Hatta tutup yazsanız gazetede, internette veya köşenizde… Kim okuyacak, kim ciddiye alacak? İnsanlar kazmalığın kanıksanmışlığındaysa. Gündem her gün yeni bombalarla başlıyorsa ve artık ülkede, hayret edilecek hiçbir şey kalmamışsa. Ve artık kazmayı kafalarına vursan dahi, insanların aldırmayacağı bir ortam yaratılmışsa? Yaşamın kendisi de dahil, her şey kanıksanmışlıksa. Yaşam, zamanın içinde, gözü kapalı dolaşılan, ezberlenmiş bir fasit daire olmuşsa.

            Ve sorarsanız ki, nedir kazma? Sakın ola gelmesin aklınıza metal bir alet ya da topraktan fayda sağlama. Kazma rant, kazma çıkar, kazma ihale, kazma yandaşı kollama, kazma seçimi kazanma, kazma koltuğu sağlama alma.

            Oysa ülkemizin en büyük eksiliğidir işleri bir eşgüdüm içinde götürememek. Bence bir ülkede beş bakanlık olacaksa bunun birisi eşgüdüm bakanlığı olmalı ve her bakanlığın ülkede yapacağı işleri ortak ve aynı zamana gelecek biçimde planlamalı. Örneğin Antalya’da su için bir çukur kazılacak ise elektrik, telefon, internet vesair yer altına döşenecek hizmet araçlarını her kurum aynı anda yapmalı ve çukur kapandıktan sonra tekrar kazılmamalı

 Fakat bizde yolu birisi kazar, günlerce çukur çamur kalır, asfaltlandığı günün hemen sonrasında öbür kurum kazar. O kapatır öteki kazar. Çok düşündüm. Neden bu işler bir eşgüdüm içinde yapılmaz diye. Çünkü her kazı ayrı ihale, her ihale ayrı çıkar değilse ve bu bir tesadüfse neden bu tesadüfler bir kere de aynı zamana denk gelmez? Neden her bakanlık ayrı kazılar, ayrı tesadüfler ve ayrı ihaleler bakanlığı gibi çalışır?

Ama sanırım özellikle de böyle ayrı ayrı planlanmaktadır. Çünkü bizde devlet, ihale demektir, devleti ele geçirmek ihaleden rant sağlamaktır. İhale taraftarı doyurmak, harçlığını çıkarmak, ihale işi iki kat bedelle verip yarısına ortak olmaktır. Türkiye’de siyaset ihale peşinde koşmaktır.

Bu yüzden, bu içi boş cumhuriyetten, bu pislik üreten sistemden fayda bekleyenler daha çok bekleyeceklerdir. Çünkü Cumhuriyet 100 senedir daha üç beş kurum arasında bir eşgüdüm sağlayarak, yol kazıp kapatmayı başaramamıştır.

Bu yüzden seçimler bu hamaset ekseninin etrafında, yerel yönetimlerin ve yerelliğin adının bile geçmediği, tam bir genel seçim havasında sürdürülüyor. Bu yüzden de hiçbir yerde, o yeri kimin yöneteceği değil, hangi partinin yöneteceği ve o partinin genel başkanının kim olduğu ön plana çıkıyor. Yani seçimlerde adaylar değil, partiler yarışıyor. Hani diyorum ki; (istisnalar hariç) seçim sonunda en az oy alan aday, eğer en çok oy alan adayın partisinden aday gösterilseydi, belki ondan daha fazla oy alabilirdi. Bu durum da gösteriyor ki, oylar adaylara değil, partilere verilmektedir.

            Adaylar da bu durumu bildiği için ve zaten kimse “Ben iyi olduğum için bana oy verin” diyemediği için, birbirini kötüleyerek oy almaya çalışıyor. “Tencere dibin kara, seninki benden kara” misali; yine kimsenin ayağı yere basmamakta, laf salatalarıyla, saldırılar ve püskürtmelerle, gerilim ve çatışma ortamlarından medet umuluyor.

            Ama şurası da bilinmelidir ki, kurnazlık her şey değildir. Kendi kişiliği ve projeleriyle ortaya çıkan, halka değer veren, dürüst ve ahlak sahibi insanları da halk es geçmeyecektir. Ve kusura bakmasınlar ama görülmektedir ki; yerel yönetimler yüz senedir, milletin beynine vurulan bir kazmadan başka hiçbir şey değildir. “Nasıl olur, bunca eser meydana getirilmiştir” diyenlere de derim ki; bu yapılabileceklerin en asgarisidir. 

Bu yüzden Cumhuriyetin içini doldurarak çağdaş bir sistem oluşturmak yerine, onun içini boşaltarak dayatmacı, despot ve keyfi yönetimi yerleştiren yöneticiler, siyasetçiler ve egemen güçler, çağdaş cumhuriyetlere yakışır bir seçim kampanyası yürütemezler.

Seçim kampanyalarında adaylar kendileri, kişilikleri ve hizmet projeleriyle halkın önüne çıkıp oy isteyemezler. Partiye ve genel başkana sığınırlar. Seçimlerde ancak belden aşağı söylemler, karşılıklı karalamalar ve kamplaşmalardan medet umarlar. Bence bu da kazmalığın başka bir çeşididir, denilebilir.