Günümüzün en önemli konuların başında kurlardaki yükselme ve enflasyon gelmektedir. Son kırk yılımız enflasyonu konuşmakla geçti. Ne yazık ki yalnızca konuşmakla geçti. Özellikle kurlarda ortaya çıkan yukarı yönlü artışlar tüm ülke ekonomisini derinden etkilemektedir. Özellikle dar gelirli nüfusun bu süreçten çok daha derin etkilendiğini görmekteyiz. Enflasyon, kur ve faiz oranları arasında yakın bir ilişki bulunuyor. Faiz ayrıca döviz kurunu da etkileyen unsurlar arasında yer alıyor. Peki kurlarda ortaya çıkan bu artışın temel kaynakları nedir? Aslında kurlarda orya çıkan artışların en temel nedenlerinden bir tanesi izlenen yanlış ekonomi politikası uygulamalarıdır. Nedir bu yanlış politikalar o halde.

Birincisi son dönemlerde uygulanan faiz politikalardır. Faiz çok temel bir kavram. Faiz piyasada belirleniyor. Faiz kuru nasıl etkiler. Faiz aslında paranın değerini ölçen bir büyüklüktür. Kurları da doğrudan etkileyen bir büyüklüktür. Ülke içerisinde eğer faizleri düşürürseniz insanların değeri düşen Türk lirası yerine dolara geçmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Günümüz de de aslında tam olarak bu durum yaşanmaktadır. Düşürülen faizler halkı Türk lirasından uzaklaştırırken yabancı paralara yaklaştırmaktadır. Artan enflasyon ise paranın değerini daha da düşürmektedir. Enflasyon iki şekilde karşımıza çıkar aslına: Talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu. Bu açıdan bakıldığında son dönemlerde Merkez Bankasının faiz indirimleri aslında izlenen politikanın yanlışlığını açıkça göstermektedir. Merkez Bankası’nın birincil görevi fiyat istikrarını sağlamak. Bu amaca ulaşmak için para arzını arttırmak ya da azaltmak suretiyle faiz oranlarını değiştirmek.  Ama faizi yükselten şey aslında ülke riskinin yükselmesiyle başlayan zincir reaksiyonlardır. Para politikasını teknik anlamda uygulayan, uygulaması gereken ülkelerde Merkez Bankaları politika bağımsızlığına sahip, yani siyasetçi onlara şunu yapacaksın diyemiyor.

Faiz oranlarının düzeyi, bireylerin ve kurumların kaynaklarını tasarrufa ya da harcamaya yöneltmesinde belirleyici oluyor. Örneğin, faiz oranlarının düşük olduğu bir ortamda tasarruf üzerinden elde edilecek gelir de düşük olduğundan harcama eğilimi artıyor.

Dolayısıyla faiz oranlarının düşürülmesinin tüketim harcamalarını arttırması ve ekonomik büyümeyi desteklemesi bekleniyor.

Ancak tüketim harcamalarının artması beraberinde enflasyonun yükselmesi riskini getiriyor.

Bir diğer konu da faizlerin düşük olduğu bir ortamda kredi alma ve verme eğiliminin artmasının piyasadaki yerel para birimi miktarının yükselmesine neden olması. Bu da enflasyon riski yaratan bir başka unsur olarak ortaya çıkıyor.

Bu nedenle genel kabul gören ekonomi teorisinde, faiz oranlarının düşük tutulmasının enflasyon yaratacağı ve enflasyonun arttığı bir dönemde de fiyat artışlarını dizginlemek için faiz artırımına gidilmesi gerektiği görüşü bulunuyor.

Döviz kuru, enflasyon ve faizle birlikte üçgenin diğer bacağını oluşturuyor. Bu bacak, özellikle Türkiye gibi üretimin büyük oranda ithal girdilere bağlı olduğu ülkeler açısından büyük önem taşıyor.

Döviz kurunda meydana gelen artışlar, üreticilerin maliyetlerini artırdığı için satış fiyatlarına da yansıyor ve bu da enflasyonun yükselmesine neden oluyor. Yüksek enflasyon yüksek oynaklık demek.

Ekonomi teorisi bize ne diyor?

Kur artışlarını yavaşlatmadan, fiyat artışları yavaşlamaz. Dolayısıyla bu ülkeler, ekonomiyi soğutarak değil, döviz kurunu düşürerek enflasyonu yavaşlatır. Bunun için ulusal paralarına yüksek faiz verip, sıcak parayı ülkelerine çeker. Artan döviz arzı yüzünden düşen kurla, döviz fiyatına endekslenmiş fiyat artışları yavaşlar. Sonuç olarak kurlarda ortaya çıkan bu artışlar enflasyonu tetikleyerek halkın satın alma gücünü düşürür. Halkın daha da fakirleşmesine neden olur. Ayrıca uluslararası piyasalarda güven sarsıcı bir ülke konumuna düşersiniz

Çözüm ise, üreten bir ekonomik yapının acilen kurulması ve köklü yapısal reformların bir an önce yaşama geçirilmesidir.