İstanbul’da Vaniköyü’nde doğdu. Babası Mehmet Şakir Recaî Efendi, Tanzimat’ın ilk yıllarında “Takvim-hane Nazırlığı” yapmış şair, hattat, tarihçi olan kültürlü bir insandır. Recaî Efendi’nin soyu Balıkesir’in Kepsut nahiyesindendir ve ailenin bilinen en büyük atası yeniçeri ağalığına kadar yükselmiş Selim Ağa’dır. Recaî Efendi, soyu Gazi Timurtaş Paşa’ya kadar uzanan ve o dönemin köklü ailelerinden birinin kızı olan Rabia Adviye Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten ikinci çocuk olarak Ekrem dünyaya gelmiştir. Küçük Ekrem, Arapça ve Farsçayı babasından öğrendi. İlk öğrenimine de “Bayezıt Rüşdiyesi’nde başladı, “Mekteb-i İrfan”ı bitirdi (1858). Ardından “Harbiye İdadîsi”ne verildiyse de hastalanarak bu okuldan alındı ve Hariciye Mektubî Kalemi’ne yerleştirildi (1862). Burada Fransızcayı öğrenirken edebiyata da merak sardı, Namık Kemal‘i tanıdı, onun yanında “Encümen-i Şuarâ” toplantılarına katıldı. İlk yazılarını Tasvîr-i Efkâr, Terakki, Hakayıku’l-vekayi adlı gazetelerde yayımlamaya başladı Kemal Avrupa’ya giderken Tasvir-i Efkâr’-in yönetimini o üstlendi. Artık edebî çevrede adını duyurmaya başlamıştı. İlk kitabı Afife Anjelik ile yayın hayatına girmiş oldu (1870). İlk şiir denemelerinden yaptığı bir derlemeyi Nağme-i Seher (1871) adıyla bastırdı bunu Yâdigâr-ı Şebâb (1873) izledi. Aynı yıl Chateaubriand’dan çevirdiği Atala (1872) adlı romanı, piyes haline getirdi. Vuslat’ı yazdı (1874), Silvio Pellico’dan Mes Prisons’u çevirdi (1874). Bu yayınları ona haklı bir şöhret kazandırdı ve Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Okulu)’ye hoca oldu. Burada okuttuğu ders notlarını Talîm-i Edebiyyat adı altında bastırdı (1879). Bu yıllarda edebî faaliyeti oldukça verimlidir, arka arkaya üç Zemzeme (1883,1884,1885)’yi yayımladı. Bunları da Takdîr-i Elhan (1886) ile Tefekkür (1886) izledi. III. Zemzeme’nin önsözü ile Takdîr-i Elhan’nın çıkışı edebî çevrede, özellikle Muallim Naci tarafından tepkiyle karşılandı, Naci ağır tenkitlerde bulundu. Karşılıklı yazışmalar onu biraz hırpaladı ve edebî çevreden uzaklaştırdı. Bu arada yeni doğan oğlu Mehmet Nijad onu bir parça olsun avutuyordu. Öte yanda memuriyet hayatı da ilerlemişti. Bir ara Trablusgarb’a gidecek bir komisyona başkan oldu. O görevden dönerken Malta üzerinden Avrupa’ya gizlice kaçmak hevesine kapıldı. Malta’dan istanbul’a getirtilerek, Büyük Ada’ya maaşlı, izinli olarak gönderildi. Recaî-zade M.Ekrem, Şinasi ile başlayan ve Namık Kemal ile önemli gelişmeler kaydeden Türk edebiyatının değişme ve gelişmesinde emeği geçen şahsiyetlerin başında gelir. O, ustalarının attığı ilk adımları, iyi kavramış ve değerlendirmiş bir sanatçı olarak, Abdülhak Hâmit ile birlikte, dönemin ikinci yarısında, yeni bir edebî zevk ve anlayış ile edebiyatımıza değişik bir çehre ve yön kazandırmasını becerebilmiş bir yetenektir. Ekrem, sanat eserinin olgunluğunda tek unsur olarak “güzellik”i görür. Edebiyatta ve özellikle şiirde bu güzellik unsurunu yaratacak olan da muhteva güzelliği ile üslûp güzelliğidir. “Düşünce, duygu ve hayal” güzelliğinin, üslûp güzelliği ile uyuşması vebütünleşmesi, edebî eserin güzelliğini yaratmış olacaktır. Böylelikle edebî eseri kendi içinde bir bütün olarak değerlendiren yazar, batılı bir tavır ile karşımıza çıkmış olur. Zemzeme’lerde ise gerek muhteva gerek söyleyiş bakımından onun, yeni bir anlayışla karşımıza çıktığı görülür. “Zerrattan şumusa kadar her güzel şey şiirdir” (Takdîr-i Elhan, s. 9) diyen şair, şiirde konu zenginliği yaratmış Tanrı, tabiat, insan üçgeni içinde yeni temlere yönelmiştir. Şiirin şekil yapısı üzerindeki yenilikleri ise, eski nazım şekilleri üzerindeki değişiklikler ile batılı şekilleri Türk şiirine kazandırmış olmasıdır. Kafiyenin yapısı üzerindeki görüşleri ile “mensur şiir” f