Günümüzde sanatçılar neden sanatlarını icra ediyorlar? Öyle ya heykeltraşlar neden yapıyorlar eserlerini? Ressamlar neden resim yapıp duruyorlar? Yazarlar, Şairler neden yazıp dururlar? Soruları çoğaltmak mümkün? Örneğin Mehmet Sökmen neden yurdumuzun o köşesinden bu köşesine belgesel çekme amacıyla koşup koşup duruyor? Para mı kazanıyor yooo? O halde neden?

Sanatçı insanlar diğer insanlara kendi düş ve düşüncelerini ulaştırmak, iletmek için yaparlar bu eylemlerini!

Bu güzel insanlar hiç, ama hiç kimseden emir almadan, dahası sadece ve sadece kendi  kendisine emir vererek hiçbir ayrım yapmadan önce kendisi için sonra da insanlık için sürdürür dururlar çabalarını. Doğal olarak doğup büyüdüğü, eğitildiği, bilinçlendiği, sevdalanıp sanatçı kişiliğini kazandığı küçük ve dar çevresinden başlayarak aşama aşama çevresini genişlete genişlete yurduna, yurdunun acı tatlı gerçeklerine oradan da dünyaya, dünyanın acı tatlı gerçeklerine ulaşır. Yani kendi bakış açısıyla evrende insan gerçeği ve sorunlarına kulaç atması, ve bir bakıma kendisini hiç ilgilendirmese bile insanlar için iyiye, doğruya, güzele  nasıl ulaştırılacağı konusuna çözüm önermeleridir, sanatçıların kutsal uğraşıları.

Bu sonu görünmeyen yolculuk zamanına tanıklık olabildiği gibi, içi boş fos bir ütopya da olabilir! Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Bu bağlamda eskileri irdeleyecek olursak: Örneğin Çatalhöyük kazılarında o zamanın yaşamı hakkında bizi aydınlatan duvar resimleri, çok şeyler anlatmaktadırlar, anlamasını bilene. O zaman yani günümüzden dokuz bin yıl önce yaşayan insanlar genelde ölülerini evlerinin içlerine gömmektedirler. Ne var ki duvar resimlerinden biri evlerinin dışında başı olmayan insan ölülerini Akbabaların yediğini tasvir etmektedir! Neden ? Acaba o insanların başları niye yoktur ve o insanlar neden evlerinin içlerine gömülmemişlerdir? Yazan ve düşünenler nasıl düşünceye çeşitlilikler kazandırıyorlarsa o zamanın ressamları da biz, bin yıllar sonra yaşayanlara yaşam çeşitliliklerini belirtmiyorlar mı ta o zamandan?

Herhalde o ölüler nasihat olarak “ Bizi güneşe sarın.” dememişlerdir yakınlarına. Şimdi düşün de gel çık çıkabilirsen işin içinden. Bakın neler neler geliveriyor insanoğlunun aklına? İşte budur sanatçının da ulaşmak istediği.

Her şeyden ama her şeyden, her olasılıktan, her şüpheden, her ip ucundan gerçeği adım adım yakalamak bir hukukçu titizliğiyle, işte insanlığın görevi de bu. O zaman da olsa günümüzde de olsa şüphecilikleri neredeyse bütün aydınların, bütün sanatçıların değişmez bir özelliğidir. Öyle olmasaydılar zaten sanatçı olamazlardı. Mucizeler yaratan sanatçılar ya da bilim insanları her ne sebeple ve her ne amaçla hedeflerine yaklaşırlarsa yaklaşsınlar mutlaka kendi pencereleri onları o mucize eserlerine götürmüşlerdir.

Antalya’mızda sanatçılarımız çok demiştim bir önceki yazımda. Bu sanatçıların ne yazık ki çok azı ulusal sanatçı ünvanına ulaşabilmişlerdir. Evrensel sanatçımız yok denilecek kadar azdır. İşte bu açıdan bakıldığında yüz akı birkaç sanatçımız dışında diğerleri, acı ama yok hükmündedirler. Yerel sanaçılarımız hızla ulusal sanatçı kimliği kazanmalı, Ulusal sanatçılarımız da keza Evrenselliğe ulaşmalıdırlar ki Antalya’mızın ve ülkemizin yüz akı olsunlar. İşte Rahmetli Celal Hafifbilek üstadımız. İşte Şair Metin Demirtaş’ımız. İşte Dağistanlı’mız. İşte Selahattin Demir’imiz. İşte Elleriyle dünya çapında olduğuna inandığım Zübeyde Yavuz’umuz. Daha niceleri niceleri var. Sırası geldikçe adlarını şükranla anacağım.

Sanatsal yaratma yeniden yeniden yorumlamadır bir şeyleri, doğayı ve yaşamı anlamlandırmadır. Bu anlamda gelip gelip özgürlüklere dayanır her şey. Özgürlük ise bir bilinç olayından başka hiçbir şey değildir. Bu konuyu ise ülkemizin yüz akı Tiyatro Yazarlarımızdan Adem Atar Gelişim Sanat merkezinin küçücük avlusunda neler yaratıyor bir bakıvermek yeter. Diğer bir Tiyatro Üstadımız hem yazar olarak, hem oyuncu ve yönetmen olarak Ali Meriç yıllarını seve seve vermeğe devam etmektedirler Antalya’mıza. Daha ne yapsınlar ki?

Unutmamak gerekir ki Sanatçı herkesin   şu dediğine şu, bu dediğine bu demez. Onlar onun için farklıdırlar. Aykırıdırlar. Terstirler. Kendi aynalarından size sizleri gösterirler durmadan. Olayımız Hamlet’te geçer:

Bilindiği gibi büyük bir ihanete uğramıştır genç Hamlet. Babası, anası ve amcası tarafından uyurken kulağına zehir akıtılarak öldürülmüştür, onun yerine ülkenin Krallığına amcası geçmiştir. Anası da, yeni “Kral” olan amcasının karısı olmuştur. Düş dünyasıyla, sezgileriyle bu acı gerçeği kavramıştır genç Hamlet. Bu ihanetin işbirlikçilerinden biri de saray nazırı Polonius’tur. Bu saray nazırı Hamlet’e şirin görünmek, ihanetini gizlemek için olmayacak işler yapar. Genç hamlet renkten renge, şekilden şekile sokar koca saray Nazırını. İşte kısacık konuşmaları:

Hamlet :   Şu bulutu görüyor musunuz. Tıpkı bir deve şeklinde.

Polonius Dinim hakkı için sahiden deveye benziyor.

Hamlet:   Galiba gelinciğe benziyor!

Polonius: Aaa. Evet evet, sırtı gelinciğe benziyor

Hamlet:   Yoksa Balinanın ki gibi mi?

Polonius : Evet evet tıpkı Balina.

Suçlu insandaki düşünce dönekliğini görüyor musunuz?

İşte bu bağlamda biz Antalya Sanat Gündemini , “Antalya Gündem” gazetemizde  yazarken birazcık Hamlet olacağız. At gördüğümüze “At “diyeceğiz. Bulut gördüğümüze “ Bulut” diyeceğiz. İşimiz sanatsal kişiliğini satılığa çıkaranları uyarmaktır. Unutulmasın ki satılığa çıkarılan kişilerin alıcısı çok olur.

Mehmet SEVİŞ