Toplumsal bilinç neden bireysel anlamda tepkisiz? İnsana yapılan, dayatılan, insanı insan yerine koymayan, devlet kaynaklı despotik dayatmalar kişisel sorunlar mıdır? Bu kişisel sorunların tarafı olan kişiler, insanlar millet değilse, millet nedir ve kimdir?

Yırtıcıların av kapma mücadelesinde ezilen karıncalar, fareler onların kişisel sorunlar mıdır? Devletin sorumsuzluğundan ve hatalarından kaynaklanan haksızlıkların mağdurları için, içinde bulundukları durum, onların kişisel sorunları mıdır? İnsanların bankalardaki 200 milyar dolarının batırılması ve bu batağın batıranlardan değil de halktan tahsil edilmesi, tahsil edilen kişilerin, kişisel sorunu mudur? 200 milyar batığın borçlusu millet midir? Maalesef bizde sorumlu hep millet olarak kabul edilmiştir. Çünkü görünen odur ki, bankaların batırılmasının sonrasında ülke daha ne bataklar yaşamış olup hepsi de halktan tahsil edilmiştir. Çünkü hırsız, yolsuz götürse de millet eksileni yerine koyup devletini ayakta tutmak zorundadır. Öyleyse sorarım, devlet bu denli tapılası ve değerli iken, Türk milleti bu denli değersiz ve ezilesi midir?

Elbette ki hayır… İşin palavra boyutunda: Türk milleti dünyanın en büyük, en zeki, en çalışkan, en aslan, en kaplan, gönüllere sığmayan milletidir. O, en ulu, en yüce ve en tapılanıdır diyorsunuz.

Durum böyleyse Türk devletlerinin, Türk milletine tarih boyunca reva gördüğü bu davranış nedir? Milletin devletine tapınma derecesinde sadık olması için, devletin onu işkence derecesinde ezmesi, soyması ve mağdur etmesi mi gerekir? 

Tarih boyunca Türk devletleri, Türk halkını hep devletin hizmetkârı, jandarması, işçisi, çiftçisi ve askeri olarak kullanmış, ama hiç tüccarı, zengini, eğitimlisi, keyif süreni olmamıştır. Yani devletin önemli, değerli, saygın vatandaşı olamamıştır. Çiftçi ve askerdir. O cephe senin bu cephe benim sınırları korurken, yöneten ve azınlıklar keyif sürmüştür. Bugün cumhuriyette de aynen devamı istenmektedir. Sanki kulluk genlerimize işlemiştir. Kul olmak meziyet sayılmaktadır.

İşte devleti yönetenler de baktı ki kulluğu benimseyen büyük bir kitle var, bunları sivil toplum örgütü olarak görmeye başladı. Aslında bunlar devlet ve cumhuriyetin temeline dinamit koymak isteyenlerdir. Yönetenler de demokrasiden sıkılmış, istedikleri gibi davranan despot bir yapılanma istediğinden amaç birliği yaparak tarikat ve cemaatleri sivil toplum örgütü kabul ederek, devleti bunlara peşkeş çekmeye ve bunları muhalefete karşı kullanmaya başladı.

Oysa tarikat ve cemaatler sivil toplum örgütü değildir ve olamaz da. Çünkü dünya genelinde sivil toplum örgütü demek demokratik bir yapıya sahip, kongrelerini ve yönetimini seçimle belirleyen bir örgüt yapılanmasıdır. Tarikat ve cemaatlerde ise dinsel otoritenin yetkileri ve sözleri tartışılamaz, seçimi veya değiştirilmesi söz konusu olamaz. Davranışları sorgulanamaz. O ne derse doğru kabul edilerek uygulanır.  Yani demokratik sivil toplumda oy ve söz hakkı olan üyeler vardır. Tarikat ve cemaatte ise hiçbir hakkı bulunmayan kullar vardır.

İşte bu sivil toplum örgütlenmesi içinde sizin çok saygı ve değer verdiğiniz bu millet, hep ezilen sömürülen, ciddiye alınmayıp saygı duyulmayandır. Millet ne denli önemli ise insan o denli önemsizdir. Çünkü hiçbir insan, bir başına millet değildir. Herkes kendisidir.

Önceki bölümlerde de değindiğim gibi, sizin bir sorununuz varsa, o sizin sorununuz olup siz sizsinizdir. Daha doğrusu sorunu olan herkes kendisidir. Millet ise bir sorunu olan herkesin dışında kalan herkestir. Şark kurnazlığı böyle alay eder gibi bir şeydir. Aşağıladığı, insanlardan oluşan topluluğa, ya da hayali bir millet kavramına tapmaktadır. Ama tapılan millet ile gerçek insanlar aynı yerde bulunmaz. Millet herkesin dışında kalan herkestir. Yani içi boş bir kavramdır.