Kaç gündür yazacağım. Ancak araya bayram tatili girince yaklaşık bir hafta rötar yaptım. Tarihler 13 Temmuz 1995’i gösteriyor. O zaman 25 yaşında genç bir gazeteciyim. Yedi yıllık mesleki deneyimimde, birçok olay yerine gitmiş, çok sayıda ceset görmüştüm. Ancak bu başkaydı. Ne o zamana kadar, ne de ondan sonra böyle bir felaket görmedim. O zaman Milliyet Gazetesi’nde muhabirim. Büro şefim şimdi Koza TV’de program ortağım olan Nihat Toklu. Akşam saatleri beni evden arayıp, olayı haber verdi. Birlikte yola çıktık. Senirkent Isparta’ya 75, Antalya’ya ise 200 kilometre mesafede. Genç bir muhabir olmanın etkisiyle hevesle olay yerine varmayı istedikçe, yol bitmek bilmedi. Gece olay yerine vardığımızda, hiçbir şey anlamamıştım. Her yer kapkaranlıktı. Geceyi ambulans, itfaiye, jandarma ve polisin sirenleri aydınlatıyordu. Herkes bir koşuşturma içerisindeydi. Ne zamanki gün ağarmaya başladı, işte o zaman Nihat Toklu ile birlikte nasıl bir felaketin içerisine düştüğümüzü anlamıştık. Ekibe Isparta muhabirimiz Hasan Özbek’de dahil olmuştu. Her taraf çamur içerisindeydi. Çamurlar küçük tepecikler oluşturmuştu. Bir tane orta yaşlı adam dizlerinin üzerine çökmüş ağlıyordu. Adama geçmiş olsun dediğimde bana dönüp, “Annem ile babam çamurun içerisinde ve ben çaresizim” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Adeta dilim tutulmuştu. Sonra Hasan abinin gözlerindeki yaşları gördüm. Bir tanesi gelip “Abi şu yatırın fotoğrafını çek. Bak evler yıkıldı, yatır kaldı” dediğinde sinirlenerek, “Git işine kardeşim. Keşke o yıkılaydı zaten içerisindeki ölüydü. Burada ölen insanlar yaşıyorlardı” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Evler kerpiç, yatır betondu. Ancak adamın bu olay karşısındaki bakış açısı, ülkenin ileride kimler tarafından yönetileceğinin habercisi gibiydi, ben anlamamıştım.

Sonra bir adamın çamur tepesinin üzerinde elleriyle kazı yapmaya çalıştığını hatırlıyorum. Zaten Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasında da bu acılı babanın fotoğrafı yayınlanmıştı. Yerin altında tam 6 kızı kalmıştı. Bir gün önce 6 evladı ile yaşayan bu adamcağız, şimdi yapayalnızdı. Çevresindekiler onu durdurmayı başaramıyordu. Oysaki kızlarının cesedi kim bilir kaç sokak ileriye gitmişti.

Asıl belleğime yerleşen o görüntü bir arka sokaktaydı. Burada çamurun arasında bulunan cesetler getiriliyor, kayıpları olanlar burada bekliyordu. Çamur içerisindeki cesetlerin tanınma imkanı yoktu. Cesedin yüzüne su dökülmesi ile birlikte o cenazenin sahibi anne, baba, kızım, oğlum diye feryat ederek cenazeye sarılıyordu. O sesler adeta kulağımda çınlıyordu. Allahım bu nasıl bir acıydı. Cenazeler kokmasın diye çevredeki meyvelerin bulunduğu soğuk hava depolarına götürülüyordu. İşte bu nedenle yıllarca kiraz yemedim. Cenazeler kiraz kasalarının yanına battaniyelerle yerleştiriliyordu.

Kapıdağı’ ndan gelen sel, 10 dakikada 400 bin metre küp çamuru ilçeye doldurmuş ve adeta koca ilçeyi çamur yutmuştu.  Bu çamur deryasında 74 kişi hayatını kaybederken, 46 kişi de yaralandı. 107 ev hafif, 18 ev orta hasar gördü ve 195 ev tamamen yıkıldı. Yine selde  21 büyükbaş, 222 adet de küçükbaş hayvan telef oldu.

Senirkent de olan yalnızca doğanın insanoğlundan intikamıydı. Yıllarca yoğun hayvan otlatımı ve kaçak kesimlerle çıplaklaşan Kapıdağı o gün insanlardan intikamını çok ağır bir şekilde almıştı. Bu arada bir gazeteci olarak görev yapmakta çok güçtü. Her taraf çamur deryası. Koca bir dağın çamuru ilçeyi kaplamıştı. Bir sokaktan diğerine iki katlı olan evlerin içinden geçip gidebiliyorduk. Bu arada bir kaza da ben atlattım. Yolun kenarından yürürken, bir anda çamurun içine batmaya başladım. Çamur beni hızla çekiyordu. Debelendikçe daha da batıyordum. Allahtan yanımda Nihat Toklu ve Hasan Özbek vardı. İki koluma girip zorla beni yukarıya çekip kurtardılar. 

FELAKET SONRASI FELAKET

O dönem Senirkent’in en büyük şansı Belediye Başkanı Şevket Yarar’dı. Sempatik ve çalışkan tavırlarıyla daha ilk dakikalarda olaylara müdahale etmişti. Dönemin valisi ise tanıdık bir isim olan ileride Antalya Valiliği ve sonrasında CHP Büyükşehir adayı olacak olan Ertuğrul Dokuzoğlu’ydu. Acil memleketine gelen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Başkan Yarar koordineli bir şekilde çalışmışlar, Dünya Bankası’ndan 33 milyon ABD doları finansman sağlanmıştı. Şehrin yol, su, kanalizasyon, elektrik yapıları yeniden düzenlendi. Felakete sebep olan Doğrudere üzerine yaklaşık 90 adet büyük betonarme afet konutları yapıldı. Afet konutları tamamlandığında haber için başkanın yanına gitmiştim. İçeriye giren bir adam başkana kızarak, “Bu afet konutlarına niçin ahır yapmadınız” diye fırçasını attı. Şevket başkan bir yandan adama hak verirken, bir yandan da sert üsluba karşın çok kibar ve sevecen bir tavırla karşısındaki kişiyi sakinleştirmişti. Ancak bu kişi bana tanıdık geliyordu. Adam makamdan çıkınca başkan daha ben sormadan kafama takılan sorununun yanıtını vermişti. “Selde 6 çocuğu öldü. Tabi biraz sinirli” dedi. Tabi ben şok oldum. O zaman anlamamıştım ama, şu bir gerçekti ki hayat bir şekilde sürüyordu.

Selden bir yıl sonraydı. Belediye Başkanı Şevket Yarar’ın ricasıyla selin yıl dönümü olan 13 Temmuz 1996’da ismi 13 Temmuz konan parkta, Hasan Özbek ile birlikte sel fotoğrafları sergisi açtım. Bir yıl önce haber yaptığım yerde, artık haber olmuştum. İnsanlar benim çektiğim fotoğraflara bakıp, acılı yüzleri ile iç geçirip gözyaşlarını tutamıyordu. Ne acıdır ki, bu benim Senirkent’te ilk haber oluşum değildi. Çünkü selin yıl dönümünden bir hafta sonra yine aynı yerde sel oldu. Can ve mal kaybının olmadığı bu selde, serginin ardından benzer fotoğraflar çektiğim için beni haber yapan gazeteler oldu. Ancak Senirkent ile canımı yakan son acı da bu değildi. Sel sonrası çok iyi dost olduğumuz ve ilçenin ayağa kalkmasında büyük emeği olan Belediye Başkanı Şevket Yarar, 6 Ocak 1998’de geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi.  

İşte böyle. Sonrasında Dinar depreminde, Adana depreminde görev yaptım. Ancak Senirkent’te gördüğüm acı dolu manzarayı bir daha hiç görmedim. Düşünün iş makinaları ile çıkan cesetler bir noktaya getiriliyor. Yere bırakılıyor, üzerine su dökülüyor ve yakınları çığlık çığlığa üzerine atlıyor. Diğerleri ise umudunu kaybetmeden yakını ölmediği için dua ediyor ve diğer cenazenin yüzüne su dökülmesini bekliyor.  

İşte böyle bugün yazarken bile tüylerimi diken diken eden bu feci olayın üzerinden tam 27 yıl geçmiş. Peki ders aldık mı? Hayır. Üzerine ne seller, ne ölümler yaşadık. Yine de elden gelen “Allah bir daha göstermesin” demekten fazlası değil. CEM ÇON /ANTALYA GÜNDEM ÖZEL HABER