Toplumsal cinsiyet, toplumun kültürü, değerleri, gelenekleri, görenekleri, inançları, normları ve üretim yapısının kadına ve erkeğe yüklemiş olduğu anlamı ifade etmektedir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet kavramı doğuştan getirilen özellikler değil, toplumsal ilişkiler ağının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Eşit olarak dünyaya gelen kadın ve erkek; toplumun belirlediği roller, yüklediği görev ve sorumluluklar sonucunda eşit olmaktan uzaklaşmakta ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ortaya çıkmaktadır. Öte yandan kadın açısından ortaya çıkan bu eşitsizlik, iki cins için geçerli olan eşitliği kadın aleyhine bozmaktadır. Kadının toplumsal varlığı, kimliği ve eylemleri tanımlanmaya çalışılırken referans olarak kamusal alanın alındığı görülür. Bu bağlamda kamusal alan, giyim, davranış, tutum v.b. pek çok açıdan kadının erkeğe kıyasla çok daha fazla toplumsal baskı ve sınırlamalara maruz kaldığı yaşam alanıdır. Söz konusu sınırlama ve baskılar, giyimlerinden konuşma ve gülüşlerine, davranışlarından sosyalleşmelerine kadar çok geniş bir alanda toplumsal baskı altında hissetmelerine yol açmaktadır.

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık dendiğinde, ilk aklımıza gelen, kadınların kadın oldukları için uğradıkları ayrımcılıktır. Kadınlara karşı ayrımcılığın en belirgin tanımı, bu ayrımcılıkla mücadeleyi hedefleyen bir uluslararası belge olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’nin (CEDAW) 1. maddesinde yapılır:

Bu sözleşmeye göre, ‘kadınlara karşı ayrım’ deyimi, kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelecektir. Bir başka deyişle, erkeklerden farklı oldukları gerekçesiyle kadınlar, herhangi bir özgürlükten ve haktan mahrum bırakılmayacaklardır. Örneğin işe alım ilanlarında askerliğini yapmış olma şartının aranması, ucuz ve yaygın kreş sisteminin olmaması yüzünden kadınların iş hayatına katılmaması kadına kadınların kadın oldukları için uğradıkları ayrımcılığa örnek olarak gösterilebilir.

Günümüz toplumlarında daha doğmadan önce başlamakta toplumsal cinsiyet ayrımcılığı. Kız olacaksa pembe, erkek olacaksa mavi olmakta çocuğun odası, kıyafetleri, eşyaları…Sanayi Devrimi öncesinde temizlenmesi daha kolay olduğu için çocuklara genellikle beyaz kıyafetler tercih edilirken renk pigmentlerine ulaşımın kolaylaşması, tekstilin bir sanayi olarak dünyada gelişmesinden sonra bu konuda toplumsal cinsiyet kodları çerçevesinde bir ikiliğe gidilmiş, önce erkekler pembe kızlar mavi, sonra kızlar pembe erkekler mavi giydirilmeye başlanmıştır. Bugün cinsiyet açıklama partilerinde balonlar patlatılarak aileler bebeklerinin kız mı erkek mi olduklarını bu renkli balonlarla ifade etmektedir.

Erkek çocukları için kıyafet, eşya ve oyuncak çeşitlerinde daha serbest bir seçim söz konusu iken kız çocuklarına ait hemen hemen tüm oyuncaklar kızların zihinsel gelişimlerine değil dış görünüşlerine yönelik tasarlanmış olup pembe renktedir. Pembe artık sadece bir renk adı değil kadının çocukluktan itibaren üzerine yapışan bir etiket, tüketime hizmet eden bir popüler simge olmuştur. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının bilinçli olarak yarattığı bu renk dayatması, kız çocuklarını sınırlandırmakta ve niteliksiz bir yapıya büründürmektedir. Özgür ve bağımsız, çok yönlü düşünebilen, kalıplara sıkıştırılmayan bireyler yetiştirebilmek için bu kalıplardan çocuklarımızı kurtarmamız gerekmektedir.

Oyuncak dükkânlarını gezdiğimizde kız çocuklarına yönelik pembe renkli oyuncaklara baktığımızda bebekler, güzellik setleri, mutfak gereçleri, süpürge makineleri, ütü masaları görülürken erkek çocuklarına yönelik oyuncak reyonlarına baktığımızda arabalar, silahlar, yapı setleri, uçaklar görülüyor. İşte oyuncak rafları aslında cinsiyetçi kalıpların ve eşitsizliklerin bir yansıması aslında. Daha çocukken kız çocukları ayrımcılığa uğramaya başlıyor. Kimin bakım ve ev işlerinde, kimin mühendislik ve bilimde yer alabileceğine önceden karar veren oyuncak sektörü kız çocuklarımızın geleceğiyle oynamaya başlıyor.

Çocukların maruz bırakıldığı renk seçimleri kendi davranışlarını olduğu kadar yetişkinlerin de çocuklara karşı olan davranışlarını belirlemektedir. Kız ve erkek çocuklar iki yaşından itibaren cinsiyet ayrımının farkına varmakta, çevresinde gördükleriyle kız-erkek tanımının nasıl olduğunu anlayabilmektedirler.

Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yaşandığı toplumlarda kız çocuklarına nazik, kibar olmaları, itaat etmeleri ve yumuşak olmaları öğretilirken ve Gül, Çiçek, Defne, Nazik, gibi isimler konulurken erkek çocuklarına atak, hırçın, asi ve sert olmaları öğretilip Rüzgar, Alp, Arslan, Ateş gibi isimler konulmaktadır.

Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet ayrımcılığında önemli sorun alanlarından biridir. Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, “bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen” cinsiyet temelli şiddet olarak tanımlanmaktadır.Tüm dünyada kadınların temsilinde de cinsiyet ayrımcılığı net şekilde görülmektedir. Parlamenter sisteme sahip ülkelerde bile kadın temsil ortalaması %17.4'tür. Türkiye’de yasal olarak fırsat eşitliği ilkesi olmasına rağmen, kadınların üst düzey yönetici olma ve karar mekanizmalarına katılma şansları oldukça düşük olup azgelişmiş ülkeler grubuna girmektedir.

Sonuç olarak toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, biyolojik farklılıklar ile açıklanamayacak kadar derin sorunlar yaratmakta, kadını ötekileştirip ikinci plana itmektedir.

Tüm dünyada cinsiyet ayrımcılığının önüne geçebilmek için kız çocuklarına karşı uygulanan ayrımcılığın altta yatan nedenleri tanımlanıp ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır. Doğdukları andan itibaren çocuklar cinsiyetleri ön plana çıkarılmadan yetiştirilmelidir. Kadın sünneti, kadına yönelik şiddet, tecavüz hükümetlerce ciddi cezalar öngören yasalarla önlenmelidir. Her erkek çocuğunun doğuştan kazandığı doğal yaşam haklarından (beslenme, aşılama, eğitim, öğrenim) kız çocukları da eşit şekilde faydalandırılmalıdır. Tüm geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde hükümet düzeyinde her alanda kadına yönelik pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesi sorunu bir toplum sorunudur.          Ülkeyi yönetenler, siyasi partiler, hukuk, eğitim ve sağlık alanında çalışanlar, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, kamu kurum ve kuruluşları, barolar, meslek odaları tarafından toplumun her kesimini içine alacak farkındalık çalışmalarının yapılması, okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinin verilmesi, iş hayatında çalışanlara toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik eğitimler verilmesi, basın ve medyada toplumsal cinsiyet eşitsizliği içeren reklam, dizi çizgi film vb. programların kaldırılması, tüm toplumca elbirliğiyle çalışmalar yürütülmesi kız çocuklarımız ve kadınlarımız için son derece önemlidir.