Kadın ve katliam kelimelerinin aynı cümlede kullanıldığı ilk tarih 8 Mart 1857'dir. Amaçları yalnızca “eşit haklara sahip olmak” ve “insani koşullarda çalışmak” olan ABD'li bir grup kadının yaktığı mücadele ateşi bugün hala yanmaya devam ediyor. Yaklaşık 40 bin dokuma işçisi kadının bir tekstil fabrikasında başlattıkları grevde çıkan yangında 100'ün üstünde kayıp vermesi, tüm dünya basınında derin yankı uyandırdı.

Söz konusu fabrikada, kadınlar içeriye kilitlenmiş vaziyetteyken çıkan yangın tam bir katliam yaşanmasına sebep oldu. İşçiler fabrikanın önünde kurulan barikatlar sebebiyle yangından kaçamadılar, haklarını arayan 120 kadın işçi can verdi.

              Dünyada ses getiren bu katliamın ardından yıllar sonra takvimler 26-27 Ağustos 1910’u gösterdiğinde, Danimarka’nın Kopenhang kentinde, 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg bir öneri sundu. 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisi bu toplantıda oybirliğiyle kabul edildi. İlk başlarda tarihi kesinleşmediği için ilkbaharda yapılan anma, ardından 8 Mart bilinciyle dalga dalga tüm dünyaya hızla yayılmaya başladı.

              1921’de Moskova’da 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün Türkiye’de ilk kez kutlanması da bu tarihlerde gerçekleşti. Moskova’da gerçekleşen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart’ın tarihi kesinleşirken adı da, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlendi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti.

              Türkiye’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı.1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaya devam edilmektedir.

              8 Mart 1984’de kendilerini feminist olarak tanımlayan “Kadın Çevresi” kuruldu ve bu tarihten itibaren 8 Mart’lar Türkiye’ de çeşitli kadın örgütleri tarafından kutlanmaya başlandı. Günümüze baktığımızda aslında işçi ve emekçi kadınlarının sorunlarının hiç değişmediğini hatta gün geçtikçe  arttığını görüyoruz. 1911 yılındaki Kadınlar Günü Kutlaması’nda kadınların talepleri; eşit işe eşit ücret, 8 saatlik işgünü, analık hakları vb. şeklindeydi. 100 yılı aşkın bir zamandan sonra bile hala 8 Mart’ta sokaklarda aynı taleplerle karşılaşmak mümkün.

              Kadına yönelik şiddet, halen dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan durumundadır. Erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi yüzünden kadınlar ya doğar doğmaz öldürülmüşler ya da erkek kardeşleri ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır.

              Küresel olarak, 15-45 yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır. En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış). Bunu yapanlar genelde aileden bir üye ya da kadının tanıdığı biridir. Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suistimal şeklidir.

              Dünya Sağlık Örgütü'nün 2021 yılında yayınladığı bir rapor, dünya genelinde neredeyse her üç kadından birinin yaşamı boyunca fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldığını ortaya koymuştur.

              Günümüzde kadınlar öncelikli olarak maalesef ki halen hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Yaşama hakkı en temel haktır. Kadınlar yaşama haklarını koruyabilmek için yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada mücadele etmek zorunda kalmaktadır.

              Cinsel partnerin veya yakın ilişkide olunan kadınların öldürülmesi ile sonuçlanan olaylarda failin temel nedeni genellikle terk edilmek olmaktadır. Ülkemizde kadın cinayetlerinin büyük çoğunluğu eşinden boşanmak veya terk etmek isteyen kadınlara karşı işlenmektedir. Eşini öldüren erkeklerin önemli bir bölümü de kıskançlık veya namus adına cinayet işlemektedir.

              UNFPA 2005 yılı raporunda Türkiye’nin tüm bölgelerde yapılan araştırmaya cevap verenler arasında; namus kavramını kadın, kadın cinselliği ve kadının kontrolü ile bağdaştırma yönünde kuvvetli bir eğilim ifade edilmiştir. Aynı raporda en yaygın namus anlayışının, kadınların hayatına sıkı bir kontrol getirerek ve aile erkeklerine onları bir mal gibi kullanma hakkı vererek kadınların ezilmesine de ortam sağlayan bir anlayıştan söz edilmiştir.

              Çalışmalar genellikle, erkeklerin otoritelerine veya statülerine yönelik tehdit algıladıkları zaman şiddete başvurduklarını göstermektedir. Kadının sahip olunan bir nesne olarak algılanması, onu dilediği gibi kullanma ve gerektiğinde de ortadan kaldırma hakkını beraberinde getirmektedir. Bu toplumsal algının değişmesinde uzun süreli ve sistemli planlanan eğitimler verilmelidir. Bireylerin namusun cinsiyet algısına odaklanması yerine; bireye saygı, kadın-erkek eşitliği ve evrensel dürüstlük, doğruluk olgularına odaklanması sağlanmalıdır. Namus olgusunun bireyin kendisine ait bir değer olduğu vurgulanmalıdır. Nesneye sahip olmak ve birey olmak arasındaki ilişkiyi değerlendirebilme konusunda farkındalık kazandırıcı etkinlikler, çalışmalar ve programlar planlanmalıdır.

              Kadınların öncelikli olarak yaşama haklarının ellerinden alınmadığı, cinsel, fiziksel, ekonomik ve psikolojik şiddete uğramadığı, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının rafa kaldırıldığı güzel günlerde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü anabilmek ümidiyle...