20-30 yıl kadar önce, güzel Anadolu’muzun Bursa ilinde bir kız çocuğu dünyaya gelir. Anne babasının çok istediği fakat geç kavuştuğu kız evladı. Kız bebek öyle güzeldi ki, anne ve babası ancak meleklerin bu kadar güzel olabileceğini düşündüler ve güzel kızlarına Melek ismini verdiler. Melek, anne babasının göz bebeğiydi, başka kardeşi olmadı, o yüzden ailesi O’nu hem erkek, hem kız gibi yetiştirdi. Melek akıllı, başarılı, çalışkan ve yürekli, her işin hakkından gelebilen bir kızdı. Anne ve babası Melek için her şeyin en iyisini düşünüyorlardı. Çok ileri yaşta çocuk sahibi oldukları için Meleğin hayatta yalnız kalmasından korkuyorlardı, bu yüzden Meleğin okuyup meslek sahibi olması gerekiyordu. Böyle de oldu, güzel kızı okutup yetiştirdiler ve bir meslek sahibi olduğunu gördüler. Çok yaşlanmışlardı. Melek Sivas’ın köylerinden birine öğretmen olarak atanmıştı. 2 yıl mecburi görevi vardı. Anne hastaydı, baba ise yolculuğa dayanamayacak kadar yaşlı. Melek ise bu görevi icra etmenin heyecanı içinde idi. Fakat ailesinden ayrı kalacaktı, aklı hep onlardaydı. “Sayılı gün çabuk geçer, arada tatiller var, onları görmeye gelirim, mektup yazarım,” diye kendini teselli etti. Anne ve babasının ısrarlarıyla Sivas’ a gitmeye karar verdi. Anne ve babası çok mutluydular, kızlarına güveniyorlar onunla gurur duyuyorlardı, geriye bir tek arzuları kaldı ki o da güzel yavrularının mutlu bir yuva kurduğunu görebilmek. Melek öğretmen görevini icra etmek için Sivas’a doğru yola çıktı. Öğretmen olmayı çok istediği için, bu emelinin gerçekleşmesiyle mutluydu fakat biricik anne ve babasını bırakıp gitmek O’na acı veriyordu bu yüzden üzgün ve karışık duygular içindeydi. Sivas’a geldikten sonra ancak birkaç arabayla gideceği köye ulaşabilmişti. Yolu çok engebeli, dağların arasında, küçük sevimli bir köydü. Geldiğini bildirmek için önce okulunu buldu. Okul çok küçüktü. Aynı sınıfta hem1. Sınıflar hem de 2. Sınıfların eğitimi yapılmaktaydı. Eğitimde zordu, oradaki yaşam da. Okula başvurusunu yaptıktan sonra, sıra gelmişti kalacak bir yer bakmaya. Okul yakınlarında bir tek lojman vardı orada da okulun müdürü kalıyordu. Üstelik ona yardımcı olan, yol gösteren kimse de yoktu. Köy meydanına doğru indi ve orada ahşap, çok eski görünümlü, 2 katlı bir ev vardı. Önce etraftakilere “Buralarda kiralık ev var mı?” diye sordu.  İnsanlar burada boş ev bulunmaz. Sadece şu ahşap ev var. Orada da 10 senedir kimse oturmuyor. “Ev hakkında pek iyi şeyler söylenmiyor, tavsiye etmeyiz hiç buraya bakma, sağ giren ölü çıkıyor, bu yüzden de kimse burada durmaz.” Derler. Kendi kendine düşünür “Herhalde köyde yabancı istemiyorlar, bu yüzden böyle söylüyorlar” “Burada başka evde yok bu evi tutmalıyım ”der. “Ben buraya öğretmen olarak geldim ve burada kalacak yere ihtiyacım var” diye köylülerden rica eder. Köylüler Melek öğretmeni muhtarla görüştürürler. Muhtar “Köyde boş ev yok, sadece bu ahşap ev var. Orası da 10 senedir boş, sahibi vefat etti. Kimi kimsesi olmadığı için ev öyle kaldı. İki kere kiraya verdik, köye katkı olsun diye, iki kiracının da girdiğinden 2 gün sonra ölüsünü bulduk o yüzden kiraya da vermiyoruz” der. O tarafa gelen bir akrabaları arabasıyla gelirken Melek öğretmenin anne babasını da getirerek birbirlerine hasret bu güzel insanları kavuşturarak mutlu etmişti. Melek öğretmen annesine sımsıkı sarılıp, uzun uzun ağladı, ağladı annesini öptü. Onlara çok ihtiyacı olduğu anda ailesi yanındaydı.