Tüm dünya önceki gün büyük umutlarla 2023 yılına girdi. Bizim için bu tarihin bir başka önemi daha var. 31 Aralık 2001 tarihinde yayın hayatında başlayan gazetemiz, tam 22 yılını tamamlayarak 23. yılına adım attı. İlk kurulduğu günün heyecanını daha dün gibi hatırlıyorum. O dönem gazeteyi birlikte kurduğumuz Hasan Bayır’la birlikte 2008 yılına kadar çıkardık. Sonra medya sektöründen çekilme kararı aldık. Ancak olmadı. İnsanın içerisine bu gazetecilik aşkı bir girdimi bir daha çıkmıyor. Sonrasında İsmail Öz ile yola devam kararı aldık ve yeniden direksiyona geçtik. Şimdi bu zorlu şartlarda bile kocaman bir aileyiz. Ben ve ortağım İsmail Öz’ün yanı sıra Müjgan Işık, Yaprak Özer, Özlem Öz, Günay Sarı, Ayfer Şimşek, Serpil Metin, Sercan Aytış, İbrahim Akkaya, Mahmut Üründül, Öztürk Acun, Gökhan Satıcıoğlu, Vildan Özkan ve tabi Naci Baydar. Hepimiz bu gazeteyi ayakta tutmaya çalışıyoruz. Bu mesleği icra etmek günden güne zorlaşıyor. Doğrusu akıllı bir adamın yapacağı bir iş de değil. Ticaret anlamında ise hiç değil. Sürekli küçülen bir yapı, kendi yağıyla kavrulmaya çalışan sektör. Bir yandan ahlaksız tekliflerden uzak durup, bir yandan ahlakını koruyup, diğer taraftan ayakta kalmak çok zor. Ama ne gelir elden. Ben hayatımı hep bu meslekten kazandım. Çocuklarımı bu meslekten kazandığım para ile büyüttüm. Yani belki mesleğin bana değil ama benim mesleğe borcum var. Bu nedenle Antalya Gündem Gazetesi ailesi olarak her ne olursa olsun savaşmaya devam edeceğiz. Şu anda geleneksel basın yok edilmek isteniyor. Olayın artık internet üzerinden yürümesi için çabalıyorlar. Hem de bunu yapanlarda bizim gibi gazetecilikten gelmiş insanlar. Belki haklılar. Dünyada değişmeyen tek şey değişim. Bizlerden yepyeni bir medya türüne evrilmemiz bekleniyor. Peki evrilelim de, ne olur biraz eski zamanlara gidelim. Hani o Pazar kahvaltısını yaparken yanınıza alıp göz gezdirdiğimiz gazetelere. Hani o ailelerin bir yandan sohbet edip, bir yandan evin babasının gazetelerin manşetlerine göz attığı günler.  Sofralarda cep telefonlarının olmadığı günler. Bol sayıda tarafsız yazarların satır satır okunduğu günler. Bir börekçide börek yerken gazeteyi almak için adeta birbiriyle yarışan müşteriler. Tabi ki bunlar ütopya. Bir daha o günler geri gelmeyecek. Ancak yine de matbaa kokusunun olmadığı medyayı ben içime sindiremiyorum. Belki önümüzdeki yıl hayatta olursak bu yazıyı gazeteye değil, internet sitemize yazıyor olacağım. Ama olsun. Direnmeye devam.

Hazreti İbrahim’in karınca hikayesini bilenleriniz vardır. Hz. İbrahim peygamber, kral Nemrut’a tebliğ yapmış. Nemrut, ne güçlü bir kral olduğunu herkes görsün anlasın diye Hz. İbrahim’in ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşturmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış. Nemrut’un askerleri, İbrahim peygamberi mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış. Bu sırada, göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş:

– Acele ile nereye gidiyorsun?

Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş:

– Haberin yok mu? Nemrut, Hz. İbrahim peygamberi ateşe atacakmış.  Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum.

Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki:

– Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki?

Bir damla su taşıyan karınca:

– Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.

Bizim de niyetimiz bu.

Esen kalın…