Türkiye, tarihinde eşi benzeri görülmemiş zorlu bir dönemden geçiyor. Ekonomik olarak çöküş yaşanırken, milyonlarca insan açlık ve yoksullukla yüzleşiyor.
Biriken öfkenin 31 Mart yerel seçimlerinde sandığa yansımasıyla, Türkiye'nin siyasi haritası köklü bir değişimle karşı karşıya kaldı. Yeni siyasi manzara, halkın geniş kesimlerinden yükselen değişim taleplerine işaret ediyor.
Toplumsal tepkilerin sessiz çığlığa dönüşmesinin arkasında, 14-28 Mayıs seçimleri sonrası ekonomik beklentileri boşa çıkan özellikle emeklilerin hayal kırıklığı ve ezilen kesimlerin iktidarı cezalandırma isteği yatıyor. "Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur" sözü, bu seçimde hayat buldu.
31 Mart yerel seçimleri siyasi bir dönemeç oldu ve seçmenlerin tercihlerinde kalıcı değişikliklere yol açtı. Bu yeni tablo, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Gelecek Partisi gibi partilerin tabeladan öteye geçememe riskini gösterdi. İYİ Parti için ise bu seçim, bana göre sonun başlangıcı oldu diyebiliriz.
AK Parti ağır bir yenilgiyle karşı karşıya kaldı ve CHP'nin ardından ikinci sıraya geriledi. Erdoğan, en büyük seçim yenilgisini yaşadı. CHP ise, yarım asırdan sonra ilk defa birinci parti oldu. Bu seçimle birlikte CHP'de liderlik tartışmaları şimdilik sona erdi.
AKP-MHP bloku, boş tencerenin altında kaldı. İstanbul ve Ankara gibi önemli illerde ciddi kayıplar yaşadı. Balıkesir ve Bursa dahil olmak üzere 19 önemli belediyeyi kaybetti. AK Parti'nin oy kaybı çekirdek tabanına kadar uzandı. Dindar-muhafazakâr kesim dışında, seküler-milliyetçi kesimlerden de oy kaybetti.
Öte yandan, İYİ Parti, DEVA Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti bu seçimlerin kaybedenleri oldular. AK Parti'nin dindar-muhafazakâr tabanı bu seçimde de Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisini tercih etmedi. Dindar-muhafazakâr blokun yeni temsilcisi olarak gördüğü Yeniden Refah Partisi’ne (YRP) yöneldi.
Aşırı milliyetçi partilerin (Zafer Partisi, İYİ Parti, MHP ve BBP) oylarında da düşüş yaşandı ve bu partilere oy veren seküler-milliyetçi seçmenlerin de bu seçimde tercihlerini değiştirdiği ve CHP’ye yöneldikleri görüldü. Bu seçimde partiler arası oy geçişine baktığımızda CHP'nin genel alıcı konumunda olduğu görülmektedir.
31 Mart Yerel Seçimleri DEM Parti için bir dönüm noktası oldu. DEM parti hem Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, hem de Doğu Anadolu Bölgesi’nde Mart 2019’a göre belediye başkanlığı sayılarını arttırdı. Kent Uzlaşısı Stratejsinin de işe yaradığı görüldü. DEM’in bilinçli ve politize olmuş seçmen kitlesi Metropollerde de stratejik oy kullandı. Rejimin Van’daki kayyum denemesi, CHP başta olmak üzere muhalefetin sert tepkisiyle, dayanışmasıyla ve direnişiyle geri püskürtüldü. Bana göre yeni siyasi konjonktür nedeniyle bir daha inmemek üzere rafa kaldırıldı.
27 Mart tarihli yazımda, “31 Mart Yerel Seçimlerinin, AKP-MHP iktidar blokunun faşizmi kurumsallaştırma sürecinin önünde bir barikata dönüşebileceği” değerlendirmesini yapmıştım. Bu yaklaşımım bütünüyle doğrulandı. İktidar bloğunun dengesi bozuldu. AKP-MHP iktidar bloku metropoller dışında elindeki 19 önemli belediyeyi de kaybetti. İktidarın ömrünü uzatan yerel ayakları özellikle büyük şehirlerde önemli ölçüde çöktü.
Yerel seçim sonuçları toplumun geniş kesimlerinde moral ve motivasyonu arttırdı, olumlu bir hava yarattı. Ortaya çıkan bu iyimser tablo; tek adam rejimine karşı toplumsal muhalefete derlenip, toparlanma ve mücadele etme konusunda yeni olanaklar sunduğu gibi, muhalif kitlelerde var olan “seçimlerle gitmezler” düşüncesinin de kırılmasını sağladı. Ancak mücadeleyi sadece seçimlere indirgemek de doğru bir yaklaşım değildir. Seçimler ve elde edilen kazanımlar elbette önemlidir. Fakat seçimin sonuçlarını fazla abartmadan, faşizmin kurumsallaşması süreci önünde oluşan bu barikat dönemi, demokrasi güçleri tarafından iyi değerlendirilmelidir.
AKP, iktidara geldiği günden beri seçimleri meşruiyet kaynağı olarak gördü. Bu meşruiyete yaslanarak kendisine pranga olarak gördüğü (kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü vb.) burjuva demokratik normlarından uzaklaşarak keyfi bir yönetim oluşturdu. İktidarının ilk yıllarında sözde demokratikleşme adımları ile dikkat çeken AKP iktidarı, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası MHP ile ittifak yaparak güvenlikçi politikaları öne çıkardı. Uluslararası, bölgesel, yerel sorunların artması ve derinleşen ekonomik krizle birlikte, çözüm üretmekte gittikçe zorlanan AKP, baskı ve otoriterleşmeyi artırarak çözümü faşizmin renklerinde buldu.
22 yılın sonunda halkı açlığa, yoksulluğa mahkum eden AKP’nin bugün artık halka vereceği hiçbir şey kalmamıştır. Erdoğan içinde bulunduğu ve çoklu krizlerin yaşandığı durumdan kurtulmak ve iktidarda kalabilmek için her türlü manevrayı yapacaktır.
31 Mart yerel seçim sonuçları nedeniyle uluslararası ve yerel meşruiyetinin zayıfladığını gören Erdoğan, yeni bir siyasi rotaya yöneliyor gibi görünüyor. Çünkü sermaye sınıfının çıkarları, bölgesel ve uluslararası sorunlar, ekonomik kriz başta olmak üzere diğer yerel sorunlar, iç çelişkiler, Yargıtay ve diğer kurumlardaki erk kavgası artık MHP ile birlikte yürümeyi zorlaştırmaktadır. Bahçeli'nin sert çıkışları, süreci dizayn etme çabaları olsa da Erdoğan, iktidarda kalabilmek için Türk-İslam sosuyla renklendirilmiş yol haritasını değiştirmek istiyor. Ancak bu değişim, beraberinde zorlukları da getirecek gibi görünüyor.
Erdoğan'ın önünde zorlu bir seçenek var: Ya MHP’siz yeni bir siyaset inşa edecek ya da otoriterleşmeyi daha da ileri taşıyarak rejimde sertleşmeye gidecek. Bu, Türkiye'nin geleceği açısından kritik bir dönemeç olabilir.