İktidar mücadeleleri tarih boyunca farklı şekillerde sürmüştür. İktidarı elinde tutanlar, kitlelere hükmedebilmek için meşru bir zemine dayanma ve yönetilenlerin rızasını alma ihtiyacı duymuşlardır. Bu amaçla çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır.

Otoriterleşmenin Adımları                                                                                   

Önceki yazımda, özellikle 2016 yılından bu yana Türkiye’de yaşanan otoriterleşme sürecine ve Cumhur İttifakı içindeki erk kavgalarına değinmiştim. Erdoğan’ın yeni bir siyasi rotaya yönelebileceğini ya da rejimde sertleşmeye gideceğini yazmıştım.

Erdoğan, egemen sınıfların onayı ile otoriterleşmeyi artırarak rejimde sertleşmeyi seçti. “Yumuşama, normalleşme” söylemleri altında gerçekleşen Gezi ve Kobani davaları, HDP'li belediye başkanlarına açılan soruşturmalar, 1 Mayıs eylemlerine yönelik sert müdahaleler ve tutuklamalar, Hakkâri Belediye Başkanının görevden alınarak kayyum atanması ve yeni getirilen savaş ve seferberlik hali düzenlemeleri, iktidarın otoriterleşmeyi daha da ileri taşıyarak, faşizan yönelimini sürdürdüğünü göstermektedir.

Cumhur İttifakı ve Krizler

Bugün AKP ve MHP’nin ana bileşenlerini oluşturduğu Cumhur İttifakı, içte ve dışta çoklu krizlerle yol almaya çalışıyor. İttifakın içine sürüklendiği sıkışmışlık ve çözüm arayışları yeni krizlere neden oluyor. Devlet içi güç savaşı, tüm kurumlara yansımış durumda. MHP, devlet içinde yeni mevziler elde ederek çok güçlü hale geldi. Halkı açlığa, yoksulluğa mahkum eden bu tek adam rejiminin toplumda rıza oluşturma gücünü tükettiği ve artık halka verebilecek hiçbir şeyinin kalmadığı görülüyor.

Hukukun Araçsallaştırılması

İşte böyle kriz dönemlerinde, bizim gibi demokrasi kırıntılarıyla yönetilen ülkelerde, bir baskı aygıtına dönüşmüş olan hukuk devreye sokuluyor. Toplumsal yaşamda insanlar arasındaki ya da kişilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk, Gezi, Kobani ve Sinan Ateş cinayeti davaları üzerinden toplumu dizayn etme ve hizaya getirme aracına dönüşüyor.

Erdoğan’ın Yumuşama Stratejisi ve CHP

Var olan ekonomik kriz ve seçim yenilgisi sonrası manevra alanını genişletmek isteyen Erdoğan’ın "yumuşama" stratejisi sadece Batı’ya verilen bir mesajdan ibaret değildir. Bir türlü gelmeyen dış kaynak ve 31 Mart yerel seçimleri sonrası oluşan meşruiyet sorunu elbette bu duruma etki etmektedir. Ancak iktidarın bu stratejideki planının temelini, muhalefetin kontrol ve denetim altına alınması oluşturuyor.

Muhalefete karşı oyun kurmada pek mahir olan Erdoğan, kendi iktidarının tahkimatı için bu kez can simidi olarak CHP’yi seçti. Muhalefeti kendi durduğu “normale” davet etti. Değişim talebiyle CHP’nin koltuğuna oturan Özgür Özel, derin devletin “yumuşama, normalleşme” mesajlarına olumlu yanıt verdi. Erdoğan, bir yandan baskıyı artırırken diğer yandan CHP’yi sürece ortak etmeye çalışıyor. Amaç, CHP üzerinden toplumsal muhalefeti kontrol ve denetim altında tutmak.

Bu, hukukun rafa kaldırıldığı ülkede demokratik hak ve özgürlüklerin daha da baskılandığı bir toplumsal ortamın oluşturulması anlamına gelmektedir. Erdoğan’ın asıl amacı, milli birlik ve beraberlik görüntüsü içinde yeni anayasa tartışmaları bağlamında ve sınır ötesi harekâtların gerçekleştirilmesinde CHP’yi yedekleyerek, IMF patentli ağır ekonomik saldırı programının emekçi kitlelerde yaratacağı hoşnutsuzluğu bastırmak ve sönümlendirmektir.

CHP ve Muhalefet Stratejisi

AKP’nin muhalefet güçlerine karşı birçok oyun çevireceği apaçık ortadadır. CHP’nin, iktidarın oyunlarına karşı dikkatli olması gerekmektedir. Akılcı, bilimsel anlayıştan uzaklaşmış ve ülkeyi giderek daha derin bir yoksulluk ve yıkıma sürükleyen bu yönetime karşı yapılması gereken, en geniş demokrasi cephesini kurmaktır. Hayat pahalılığı ve yoksulluk üzerinden kurguladığı emekliler mitingi benzeri girişimlerle muhalif kitlelerle bağ kurmaya çalışan CHP’yi de olabildiğince solda ve faşizme karşı cephede tutabilmektir.

Cumhur İttifakı içindeki kavgaya bakarak rejim çözülmeye başladı demek, bence bir yanılsama olur. İttifak içi çelişkileri çok abartmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü AKP ve MHP arasında birbirini besleyen bir simbiyotik ilişki var. Faşizm hala yükselmekte olan en önemli tehlikedir. Faşizmin kurumsallaşması sürecinin tamamlanamamasının başlıca nedeni, siyasal İslamcı-Türkçü faşizmle uzlaşmayan geniş toplumsal kesimlerin varlığı ve mücadelesidir.

Sonuç: Birlik ve Mücadele Zorunluluğu

1 Temmuz 2024 ile birlikte zam yağmuru başladı. Bu tarih milattır. Bundan sonra işçi ve emekçilere, ezilen tüm kesimlere baskı ve sömürü artacaktır. Yalnızca bu tek adam rejimine değil, tüm kötülüklerin anası olan kapitalizme ve onu besleyen faşizme karşı kitleleri zafere taşıyabilecek tek yol, bir olmak, birlik olmak, örgütlenerek çoğalmak ve mücadeleyi yükseltmektir.