Tarihten Günümüze Demokrasi ve Kürt Sorunu

Osmanlı’dan devraldığımız miras, Türkiye’de demokrasi kültürünün yerleşmesini olumsuz yönde etkilemiştir. Halkımız, demokrasiye her zaman mesafeli yaklaşmış, onu benimsemekte zorlanmıştır. Toplumsal bir talep olmadan yukarıdan aşağıya inşa edilmeye çalışılan demokrasi modeli, toplum tarafından tam anlamıyla içselleştirilememiştir. Bugün tüm dünyada demokrasi alanında kayıpların, gerilemelerin eskisinden çok daha fazla olduğu bir dönemden geçerken, Türkiye de bu olumsuz eğilimden en çok etkilenen ülkeler arasında yer almaktadır.

Sağlıklı işleyen bir demokrasinin kurulabilmesi için Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi ve tarihsel sorunlarını çözmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Kürt sorunu demokrasi tarihimizde özel bir yere sahiptir. Türkiye’nin 21. yüzyılda gerçek anlamda demokratik bir ülke olabilmesi, Kürt sorununun adil, demokratik ve barışçıl bir şekilde çözülmesine bağlıdır. Kürt sorunu sadece Kürtlerin değil, hepimizin ortak meselesidir. Ülkenin temel sorunlarının tıkandığı duvar olarak karşımıza çıkmaktadır. Çözümsüzlüğü ise, bu sorunu ulusal boyutun ötesine taşıyarak bölgesel ve küresel bir mesele haline getirmiştir.

Bu sorunun çok boyutlu doğası, ağır bedelleri de beraberinde getirmiştir. Sosyal, siyasal ve ekonomik sonuçları Türkiye’yi derinden etkilemiştir. Yıllar içinde artan ölümler, Türkler ve Kürtler arasındaki bir arada yaşama duygusunu zayıflatmış, milliyetçiliği körüklemiştir. Ekonomik boyutta, soruna harcanan yüz milyarlarca dolar, ülkenin kaynaklarını tüketmiş, yoksulluğu derinleştirmiştir. Hukuki ve siyasi alanda ise; bir yandan hukuktan uzaklaşmaya yol açarken, bir yandan siyasi alanda içeride otoriterleşme, dışarıda militarist bir dış politika inşa etmiş ve ülkenin demokratikleşmesinin önünde adeta bir barikata dönüşmüştür. 

Muhalefetin Rolü ve Sorumluluğu

İktidar, bugüne kadar Kürt kartını kullanarak muhalefet partilerinin ortak bir cephede buluşmasını engellemiştir. Ancak MHP lideri Bahçeli’nin son dönemde Kürt sorunuyla ilgili yükselttiği söylemler, muhalefet üzerinde yeni bir baskı oluşturmuştur. CHP, bu bağlamda, şovenist eğilimleri gözeterek hareket etmek yerine, DEM ile ülkenin temel sorunlarında ortak bir çözüm zemini oluşturmalıdır. Kürt sorununun çözümüne yönelik somut ve programatik öneriler geliştirmeli, iktidarın elindeki bu kozun etkisiz hale getirilmesi için cesur bir tutum sergilemelidir. Yani; Kürt kartını iktidarın elinden almalıdır.

Ortadoğu’da Yeni Dönem ve Türkiye’nin Tutumu

Bugün Ortadoğu, adı konmamış bir dünya savaşının merkezi haline gelmiştir. Suriye ise; Jeopolitik konumu nedeniyle bu büyük kavganın ve hesaplaşmanın tam ortasında yer almaktadır. Bu savaşın temel hedefleri İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve enerji kaynaklarının kontrol altına alınması ve Ortadoğu’nu yeniden tasarlanmasıdır. Filistin sorunu, bu bağlamda Ortadoğu’nun kanayan yaralarından biri olarak varlığını sürdürmektedir. Bölgedeki emperyalist güçler, etnik ve mezhep çatışmalarını körükleyerek kendi çıkarlarına uygun bir düzen inşa etmeye çalışmaktadır.. Diğer yandan Kürtleri de kendi çıkarlarına uygun bir konuma sokmaya çalışıyorlar. Türkiye de bu süreçte alt-emperyalist bir aktör olarak bölgedeki etkinliğini artırma çabası içindedir. Donald Trump göreve gelmeden Ortadoğu’daki savaşın gidişatının yarattığı boşluklardan faydalanmaya ve rol almaya çalışıyor.

Suriye iç savaşına müdahil olan Türkiye, Suriye ve Irak dışında bölgesel nüfuzunu artırma hedefiyle Somali, Libya, Katar ve Azerbaycan gibi farklı coğrafyalarda aktif bir rol oynamaktadır. Ancak bu yayılmacı politikalar, içeride ve dışarıda ciddi riskler barındırmaktadır. İç politikada otoriterleşme eğilimini pekiştiren bu yaklaşımlar, dış politikada da Türkiye’yi yalnızlaştırabilir.

Türkiye’nin bu dış politikası, iç politikayla ayrılmaz bir bütünlük oluşturuyor. AKP-MHP iktidarı tarafından içeride kayyım siyasetiyle otoriterliğin şiddeti arttırılarak rejim daha da pekiştirilmeye çalışılıyor. Derinleşen ekonomik kriz nedeniyle toplumun değişik kesimlerinden örgütlü, örgütsüz yükselen  “artık yeter” itirazları ve protestoları, orantısız güç kullanılarak bastırılıyor.

Bölgedeki son gelişmeler, iç politikada derinleşen sorunlarla köşeye sıkışan AKP-MHP iktidarına yeni bir manevra alanı sunmuş gibi görünse de bu yolda, risklerle dolu bir macera vaat ediyor. Bahçeli tarafından gündemleştirilen Kürt sorununun siyasal çözümüne yönelik açılan yolu da başlamadan kapatabilir.

Suriye'de adeta “anlaşmalı bir devir-teslim” tarihine tanıklık ediyoruz. ABD İsrail ve Türkiye ekseninde bir süreç işledi ve çok hızlı gelişti. Halep'in düşmesi, iktidar destekçisi medya tarafından bir “zafer” olarak lanse edilse de, sonraki aşamalarda durumun iktidar açısından pek parlak olmadığı ortaya çıktı. Çünkü Türkiye'nin kontrol altında tutmaya çalıştığı egemen güç “HTŞ” artık Türkiye'yi aşarak daha büyük aktörlerle pazarlık yapabilecek konuma geldi.

Yayılmacı hedeflerle düşülen yolda tüm bunların iyi hesaplanması gerekir. Yoksa Türkiye’yi yönetenlerin hayalci politikaları Şam’dan bize “yeni bir Pakistan” olarak dönebilir. Türkiye, Suriye'nin geleceği konusunda yeni bir değerlendirme yapmak ve şu temel soruyla yüzleşmek zorunda: "Biz ne istiyoruz?"

Sonuç olarak, Türkiye’nin hem iç politikada hem de dış politikada sürdürülebilir bir yaklaşım benimsemesi gerekmektedir. Özellikle Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir çözümüne yönelik adımlar, sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi için değil, aynı zamanda bölgesel barış ve istikrar için de kritik öneme sahiptir. İçerideki sorunlar derinleşirken, dışarıda büyük maceralara atılmanın maliyetinin ne olacağı iyi düşünülmelidir.