21.yüzyılın başlarında ABD'nin küresel hegemonyası sarsılmaya başladı. Bu dönemde devasa ekonomik güç ve üretim kapasitesiyle Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelirken, silah teknolojisinde önemli bir söz sahibi olan Rusya da sahneye çıktı. Her iki ülke de, eski rejimlerin çöküşüyle başlayan kapitalist dönüşüm sürecini tamamlayarak, küresel rekabette kendilerine güçlü bir yer edindiler.
Çin'in hızla yükselmesi ve Rusya'nın askeri hamleleri, Batılı emperyalist güçlerde ciddi bir rahatsızlığa yol açtı. Ekonomik, politik, askeri ve kültürel alanlardaki ilişkiler hızla yerini saldırgan stratejilere bıraktı. ABD ve AB yükselen bu yeni güçlere karşı sertleşen bir tavır almaya başladı.
Sistem Krizi, Üçüncü Paylaşım Savaşı Tehlikesi ve Ortadoğu
Kapitalizmin yaşadığı çoklu krizler artık bir sistem yüküne dönüşmüş durumda. Tıkanan küresel yapı, halının altına süpürülen emperyalist çelişkiler Üçüncü Paylaşım Savaşı tehlikesini her geçen gün daha da somutlaştırıyor ve dünya, hızla bu felakete doğru sürükleniyor.
Paylaşım ve pazar mücadeleleri, dünyanın farklı bölgelerindeki vekâlet savaşları olarak kendini gösteriyor. Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve Asya-Pasifik, ABD, İngiltere, AB, Japonya, Rusya ve Çin gibi büyük emperyalist güçlerin karşı karşıya geldiği çatışma alanlarına dönüşmüş durumda. Küresel emperyalist güçlerin yeni bir dünya düzeni kurma stratejisinin en önemli ayağını; enerji kaynakları, ticaret yolları, değerli madenler ve su kaynaklarının kontrolü, her türlü tedarik ağlarının güvenceye alınması oluşturuyor.
Ukrayna'daki cephe açıldıktan sonra Ortadoğu'daki ikinci büyük cephe ABD ve İsrail tarafından derinleştiriliyor. Uygulamaya konulan İsrail’in güvenliğini sağlama amaçlı bu projede asıl hedef ise, "Ortadoğu'yu yeniden tasarlamak". Belki de sınırların değişeceği bu projede, Türkiye'ye bölgesel bir rol biçilmiyor. Küresel güçlerin, bu planlarda Türkiye’yi bölgesel güç olarak hesaba katmadıkları görülüyor.
Ancak bölgede yaşanan gelişmeler, önümüzdeki üç yıllık seçimsiz sürecin inşası için Cumhur İttifakına yeni olanaklar yaratıyor. İsrail'in savaş alanını genişletmesi ve bölgedeki olası güvenlik tehditleri, AKP-MHP iktidarına bir çıkış yolu sundu. Erdoğan, bu durumu kullanmak istiyor. Uzun süre devam edecek gibi görünen bu savaş, Türkiye ve bölge halkları üzerinde derin güvenlik kaygıları yaratacak. İktidar da bu kaygıların, ekonomik kaygıların önüne geçmesi için çalışıyor.
Faşizm Tehdidi, İçte ve Dışta Yeni Bir Strateji
Böylesi kriz dönemlerinde toplumda, maalesef, barış, demokrasi ya da emek yanlısı değerler yükselmiyor, tersine güçlü bir lider arayışı, hatta faşizmin gelişmesi güçleniyor. Türkiye’nin 22 yıllık geçmişinde benzer kriz dönemlerinin hep AK Parti'ye yaradığını gördük.
Bugün ülkede yeni bir oyun kuruluyor. Sözde ılımlı bir siyasi iklim yaratılmak isteniyor. Önce CHP ile yumuşama / normalleşme adı altında bir süreç başlatılıyor. Muhalefetle açık veya gizli görüşmeler yapılıyor. Ancak bu süreçten gerekli rıza alınamayınca koro halinde seslendirilen sözde barış tamtamlarıyla DEM parti ile yeni bir sürece giriliyor. Şu an henüz olgunlaşmamış bir süreç ama gideceği yer belli. Erdoğan’ın yeniden aday olmasının önünün açılması için bir anayasal süreç işletiliyor. Bu iktidarın bir gündem değiştirme hamlesi değil, aksine içte ve dışta iyice sıkışmış iktidarın, yeni bir strateji geliştirme çabasıdır.
İktidar, "Bölgemiz ateş çemberinde. Savaş yayılıyor. Milletin ve devletin bekası tehlikede. Bu yüzden iç barışı sağlamak için ülke liderliği ve al bayrak etrafında toplanalım" diyor. Eğer bu kabul görmezse, "Biz el uzattık ama siz geri çevirdiniz" diyerek halkın rızası alınmaya çalışılacak ve DEM Parti'ye yönelik yeni baskılar devreye sokulacak gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçumun açıklamaları da bu yönde tehditlere işaret ediyor.
İsrail’e istihbarat hizmeti veren Kürecik ve İncirlik üsleri faal bir şekilde çalışırken, üçüncü ülkeler üzerinden dolaylı ticaret devam ederken Erdoğan'ın "İsrail'in Lübnan'dan sonraki hedefi Türkiye'dir" demesi, kamuoyunu bir savaşa hazırlamanın işaretidir. Aynı zamanda muhalefeti de “iç cephenin” arkasında toplanmaya çağırmaktadır. Bir yandan da en tepelerden yapılan bu tür açıklamalarla, yandaş medyada pompalanan tehdit algılarıyla, toplum mili tarize edilmek isteniyor. Erken seçimi de savaş atmosferi içinde rafa kaldırmak istiyorlar.
Demokrasi Beklentisi mi, Faşizmin Kurumsallaşması mı?
İktidarın bu son girişimi, "Yeni bir çözüm süreci mi?" sorusu yandaş medyada her gün gündem oluyor, tartıştırılıyor. Asıl hedef, muhalefeti bölmek, böylece tek adam rejimini pekiştirmek ve "dış tehdit" ile "iç cephe" örtüsü altında çöken politikalarını örtbas etmektir.
Cumhur ittifakı, tehdit algısını halkın sırtına yeni vergiler yüklemek için bir fırsat olarak kullanma niyetinde. İktidar bu doğrultuda, Savunma Sanayi Destekleme Fonu'na (SSDF) kaynak sağlamak amacıyla araç ve gayrimenkul alım-satım işlemlerine, noter hizmetlerine ve kredi kartı işlemlerine yönelik yeni vergi düzenlemelerini içeren yasa tekliflerini Meclise sundu.
Orta Vadeli Program'da da belirtildiği gibi, özellikle emeklilik sistemi başta olmak üzere, halkı hedef alan yeni saldırılar gündemde. Asgari ücrete yalnızca beklenen enflasyon oranında zam yapılacağını açıklayan iktidar; Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) ile kıdem tazminatını tamamen ortadan kaldırmayı, genel emeklilikteki düşük maaşları kalıcı hale getirmeyi ve bireysel emeklilik sistemini daha da yaygınlaştırmayı amaçlıyor. Ayrıca "kısmi çalışma", "geçici süreli çalışma" ve "platform çalışması" gibi esnek çalışma modellerinin yaygınlaştırılması ve yasal güvenceye alınması da gündemde. Tüm bu adımların hayata geçirilebilmesi için toplumun savaş politikalarıyla mili tarize olmasına, baskının ve şiddetin arttığı, faşist uygulamaların gerçekleştiği bir atmosferin yaratılmasına ihtiyaç duyulduğu açıktır.
Böylesi bir süreçte demokrasiden yana bir beklentiye girmek hayalcilik olur. Yaşananlar, faşizmin kurumsallaşma sürecinde yeni bir eşiğin daha aşılması çabasıdır. İktidarın kurduğu bu tuzaklara düşmemek gerekiyor. Dem partinin yapması gereken meşruiyetlerini sağlamak adına şer ittifakının çağrılarına koşarak katılmak değil, yeni anayasa hazırlıkları sürecinde yer almayarak toptan bu süreci reddetmektir. Gizli pazarlıklar yapmak yerine, iktidarın savaş politikalarını teşhir etmek ve toplumsal muhalefet güçlerini harekete geçirmeye çalışmaktır. Türkiye'nin geleceği için bu kritik bir öneme sahiptir.