Antalya denince akla ilk gelen şey ne? Deniz mi, kum mu, güneş mi? Yoksa beş yıldızlı otellerin ışıltısı mı? Peki, bu kentin gerçek sahipleri nerede? Turizmle anılan bir şehirde yaşıyoruz ama o devasa pastadan bir dilim bile halkın cebine düşmüyor. Hani nerede bu gelir? Sorarım size, Konyaaltı’nda garsonluk yapan genç mi faydalanıyor, yoksa Kaleiçi'nde el yapımı bileklik satmaya çalışan teyze mi?

Her sene milyonlarca turist geliyor ama mahalle bakkalının cirosu hâlâ yerinde sayıyor. Kaldı ki mahalle bakkalı kalmadı, zincir marketler aldı başını gitti. Turizm, yerel halk için bir kalkınma aracından çok, bir vitrin süsü olmuş durumda. Antalya’nın yerlisi, sadece sezonluk işlerle geçim derdine düşmüş. Kışın ne yiyeceğini düşünen insanlar yazın turistin bavulunu taşıyor. Ne acı bir çelişki değil mi?

Oteller "her şey dâhil" sistemiyle çalışıyor. Turist, dışarı çıkıp esnaftan alışveriş yapmıyor. Otelin içinde yiyor, içiyor, eğleniyor, dönüp gidiyor. Yerel ekonomiye katkısı ne kadar, bilen var mı? Kocaman sıfıra yakın. Kemer’de, Belek’te, Lara’da adeta küçük şehirler kurulmuş ama bu şehirlerde yaşayan Antalyalı yok. Dış kapının mandalı gibiyiz.

Bir de arazi meselesi var. Eskiden köy olan nice yer şimdi turizm bölgesi oldu. Peki, o toprakların asıl sahipleri ne kazandı? Çoğu, büyük şirketlere üç kuruşa sattı toprağını. Kimileri farkında bile olmadan kiraya verdi, sonra o toprakları geri alamadı. Şimdi o insanlar şehir merkezine sıkıştı, yüksek kiralarla boğuşuyor.

İşin en can yakan kısmı ise istihdam. Gençler turizmde çalışıyor, evet ama hangi şartlarda? Sigortasız, uzun saatler, düşük ücretler... Turizmin en ağır yükünü taşıyanlar, en az kazananlar. Patronlar paraya para demiyor, çalışanlar ise sezon sonunda işsiz kalıyor. Bu mu turizmin refahı?

Yerel yönetimler ve devlet yetkilileri turizmi hep "gelir kaynağı" olarak pazarlıyor. Ama kim için bu gelir? Mahallesine yatırım bekleyen halk için mi, yoksa bir grup turizm baronu için mi? Sokak lambası yanmayan köylerimiz var hâlâ, ama milyonlarca liralık golf sahaları da cabası. Birileri çok güzel golf oynuyor, bizse hâlâ çamurdan yollarla boğuşuyoruz.

Kültür desen, o da gitti. Antalya'nın köy düğünleri bile turist eğlencesine döndü. Yörük çadırları artık otantik gösteri malzemesi. Yani halkın geleneği bile satılık. Turistlerin fotoğraf çektirdiği figüranlar olduk. Kendi toprağımızda, kendi kültürümüzde yabancılaştık. Her şey turiste göre düzenlendi, bize soran olmadı.

İklim değişikliği kapıda, su kıtlığı baş göstermiş, ama hâlâ devasa otellere havuz yapılıyor, golf sahalarına su akıtılıyor. Tarım arazisi kalmadı, seralar imar oldu. Bu halk neyle beslenecek, nasıl geçinecek düşünen yok. Turizm uğruna doğal kaynaklarımızı kurutuyoruz. Hem doğayı hem halkı tüketiyoruz.

Antalya halkı artık sadece izleyici. O güzelim manzaraların, lüks otellerin, gösterişli plajların dışında bırakılmış bir izleyici. Turizmin merkezinde yaşayıp kenarda kalmak... İşte en büyük ironi bu. Bu iş böyle gitmez. Antalya’yı sadece turistlere değil, Antalyalılara da açmak lazım. Yoksa bir gün bu şehir bize tamamen yabancı olur.