Bir zamanlar “göç edilecek cennet” olarak görülen Antalya, bugünlerde adeta "yüksek fiyatlı bir hayal kırıklığına" dönüşmek üzere.

Güneşi, denizi, portakal çiçeği kokan sokakları hâlâ büyüleyici olabilir. Gel gör ki ekonomi? İşte orada işler pek iç açıcı değil. Antalya’da ev almak fikri kulağa hoş gelse de, gelin bir durup düşünelim: Bu gerçekten mantıklı mı, yoksa sadece yaldızlı bir tuzak mı?

Öncelikle şunu kabul edelim… Antalya’nın taşını toprağı altın değil artık, Euro! Özellikle pandemi sonrası artan yabancı ilgisi ve dövizle gelen alım gücü, yerli vatandaş için ev fiyatlarını uçurmuş durumda. “Gözümü kaparım, Antalya’dan bir 2+1 kaparım” devri bitti. Şimdi gözünü dört açmazsan, kapacağın tek şey borç faizi olur.

Hele ki ortalama bir maaşla geçinen biriysen, Antalya’da ev almak tam anlamıyla “imkânsızın kitabını yazmak” demek. Bankaların kredi faizleri gökyüzünde, maaşlar yerin yedi kat dibinde. Ev fiyatları uçuyor ama gelir yerinde sayıyor. Bu denklemin sonucu: Yıllarca borç ödeyip sonunda hâlâ kirada yaşamak!

Bir başka mesele de şu; al sana ev, peki ya sonrası? Site aidatları, emlak vergisi, tamir masrafları, asansör arızası, yaz sıcağında bozulmuş klima… Antalya gibi nemli ve sıcak bir yerde ev sahibi olmak, masraf kapılarını sonuna kadar aralamak demek. Bu masraflar birikince, kiracı olmak bazen daha az baş ağrıtıyor.

Ayrıca herkesin dilindeki o meşhur “yatırım aracı” lafı da artık pek geçerli değil. Çünkü piyasa doymuş durumda. Eskiden bir ev alıp 6 ayda kâr etme devri vardı. Şimdi aynı ev 2 yılda bile değer kazanmazsa şaşırmayın. Kaldı ki çoğu yatırımcı zaten yurtdışından. Yani kazanan onlar, yük altına giren biz oluyoruz.

Bir de şu var, Antalya’daki birçok yeni konut, kalite açısından tartışmalı. Dışarıdan bakınca şık duruyor olabilir, ama içine girince kartondan yapılmış gibi hissediyorsun. Üstelik kentsel dönüşüm bahanesiyle eski evler yıkılıp yerine dikilen yüksek binalar, şehri boğuyor. Ne mahalle kaldı ne komşuluk. Her yer beton, her yer gri…

Antalya’nın ulaşım sorunu da cabası. Ev aldın diyelim, işe gitmek için günde 2 saat trafikteysen ne anladık o yatırımdan? Hele ki merkezi semtlerde ev almak imkânsıza yakın, uzak mahallelerde ise yaşam kalitesi düşük. Bu da “evim olsun ama sürünmeyeyim” diyenleri düşündürüyor.

Bir başka gerçek daha var. Ev alırken bağımsız gibi görünen projelerin arkasında kim var, zemin etüdü yapılmış mı, yapı denetimi düzgün mü gibi sorular cevapsız kalabiliyor. Hele ki ekonomik kriz dönemlerinde “ne bulursak alalım” anlayışı, ileride pişmanlıkların başrolü olabilir.

Antalya’da ev almak ne birikiminize ne huzurunuza iyi geliyor olabilir. Elbette hâlâ mantıklı seçenekler var ama bunlar çoğunlukla dikkatle araştırılmış, doğru zamanlamayla yapılmış, sabırlı adımlar isteyen işler. Yoksa “güzel şehirde evim var” diye ömür boyu borç ödemek, güzelliği gölgede bırakıyor.

Evin hayali güzel de, hayatın gerçekleri daha yüksek sesle konuşuyor artık. Antalya hâlâ güzel, ama bu güzelliğin bedeli artık sadece manzara değil…  Cüzdan, akıl sağlığı ve sabır. Ev almak mı, beklemek mi? Sanırım bu sorunun cevabı herkesin vicdanında ama ekonominin tokadı hepimizin cebinde yankılanıyor…

Bilmiyorum ama biz artık zor geçinir olduk…