Antalya’da yıllardır alışık olduğumuz doğa takvimi adeta yer değiştiriyor.

Baharın neşesiyle açması gereken çiçekler, nisan ayında tepeden yağan karla ürperiyor. Hava durumuna göz atmak artık günlük değil, saatlik ihtiyaç haline geldi. Çünkü ne zaman güneş açacak, ne zaman dolu yağacak kestirmek güç. Geçtiğimiz yıllarda da hava anormallikleri yaşanıyordu ama bu yıl bambaşka… Dağlara kar yağıyor, ovaya dolu iniyor, deniz kenarında insanlar montla dolaşıyor.

Antalya, Akdeniz ikliminin simgesi olarak yıllar boyu kışları ılıman, yazları sıcak ve kurak geçiren bir şehir olarak bilindi. Ancak bu iklim tarifini artık tarih kitaplarında arayacağız gibi. Ocak, Şubat ve Mart aylarında güneşli gün sayısı rekor kırdı. Kış mevsimi neredeyse bahar gibi geçti. Şimdi ise nisan ayının ortasında kar haberi alıyoruz. Torosların yüksek kesimlerinde beyaz örtü, doğanın zamanlamasının şaştığını kanıtlar nitelikte.

Peki, bu mevsim karmaşası neyin habercisi? İklim değişikliği artık akademik bir terim değil, günlük yaşamın tam ortasında kendini gösteriyor. Küresel ısınmanın etkileri, Antalya gibi yıllarca “güvenli iklim bölgesi” olarak kabul edilen yerlerde bile hissediliyor. Mevsimlerin yavaşça kaydığı, dengelerin bozulduğu bu yeni iklim düzeni, sadece doğayı değil insan yaşamını da doğrudan etkiliyor.

Çiftçiler şaşkın, çünkü alıştıkları takvimle ekim-dikim yapamıyorlar. Zeytin erken çiçek açtı ama ardından gelen ani soğukla ürperdi. Seralarda domatesin gelişimi yavaşladı, açık arazide ekilen ürünler beklenmedik yağışlarla zarar gördü. Bu durum sadece tarımı değil, ekonomiyi de etkiliyor. Antalya’nın bereketli topraklarında üretim planlaması yapmak artık eskisinden çok daha zor.

Turizm de bu hava dengesizliğinden nasibini alıyor. Nisan ayında sahilde güneşlenen turist manzaraları bu yıl yerini şemsiyeli gezilere bıraktı. Hatta bazı günler, yerli turistler kayak takımlarını alıp Saklıkent’e çıkarken, diğerleri deniz kenarında şiddetli rüzgâra karşı yürümeye çalıştı. Bir günde dört mevsimi Antalya’da günlük yaşamın bir özeti durumda.

Meteorologlar bu durumun geçici olmadığını, önümüzdeki yıllarda daha da sık yaşanacağını söylüyor. Sıcaklık ortalamalarının yükselmesi, yağış düzeninin değişmesi, uç hava olaylarının artması gibi veriler artık akademik tartışmalar değil, günlük yaşamda karşılaştığımız gerçekler. Antalya gibi turizm ve tarım kenti için bu durum çok boyutlu bir krize dönüşebilir.

Tüm bu gelişmeler doğaya karşı sorumluluğumuzu hatırlatıyor. Belki de doğa artık sabrının sonuna geldiğini gösteriyor. Kontrollü enerji kullanımı, su tasarrufu, çevreye duyarlı üretim sistemleri gibi uygulamalar, artık birer seçenek değil zorunluluk. Aksi halde nisan ayında kar yağmasına şaşırmak yerine, kuraklıkla mücadele etmeyi öğrenmemiz gerekecek.

Antalya'nın dağlarında kar görmek güzel olabilir, özlem yaratabilir. Bu güzellik, ardında karmaşık ve tehlikeli bir sistem bozulmasını barındırıyor. Bugün doğanın şaşırması, yarın bizim şaşkınlıkla hayatta kalmaya çalışmamıza dönüşebilir. Bu yüzden sadece şaşırmakla yetinmeyip, harekete geçmek zorundayız.

Mevsimler artık saat gibi işlemiyor. Antalya’da nisan yağmurlarıyla gelen bereket yerine, belirsizlikler ve endişeler konuşuluyor. Bu yazıya başlığı atmamın nedeni de bu… Doğa bize bir şey anlatmaya çalışıyor; dinleyebilirsek, belki hâlâ geç değil.

Gök gürültüsünün ardından düşen kar taneleri, belki de son uyarıdır. Dört mevsimi bir arada yaşamak kulağa şiirsel gelebilir ama yaşamak zorunda kalınca, şiir yerini gerçekliğin sertliğine bırakıyor. Antalya için artık yeni bir iklim düzeni yazılıyor; biz de bu kitabın sayfaları arasında kendimize yer bulmak zorundayız.