Antalya'nın güneşi bir başka vurur insana… Hele yaz geldi mi, sabahın sekizinde bile sıcak sanki öğlenmiş gibi yüzüne çarpar.
İşte böyle bir sabahta, halk otobüsüne binip işe gitmeye çalışmak ayrı bir sabır sınavı bana göre... Otobüs durağında beklerken asfaltın kokusu burnuma doluyor, hafif dalga dalga... Sanki şehir kaynıyor da buharı üstüme vuruyor gibi hissediyor insan.
Otobüs geliyor nihayet, ama içeri adımımı atar atmaz bir sıcak duvarı karşılıyor beni. Klimanın çalıştığı günlere hasret, camlar sonuna kadar açık ama nafile. İçerideki hava, dışarıdakinden daha bunaltıcı. İnsanların yüzleri düşmüş, herkesin üstünde bir ağırlık var. Bir yandan ayakta tutunmaya çalışıyorum, bir yandan da sırtımdan süzülen terin verdiği rahatsızlığı görmezden gelmeye…
Trafik de var tabii. Örneğin yaşanabilecek bir olayı anlatacağım… Sabah saatlerinde mesela Konyaaltı'ndan Lara'ya doğru gitmek tam bir çile. Işıkta duruyoruz, iki metre gidip tekrar duruyoruz. O iki metre ilerlerken insanların bedenleri hafifçe sallanıyor, kimse konuşmuyor. Otobüs şoförü bile sessiz, sadece dışarıdaki korna sesleri fonda çalıyor.
Yanımdaki teyze sabırla çantasını kavramış, dizinin üstünde bir yelpaze sallıyor. Öylece sallıyor, kendine mi bana mı belli değil ama minicik bir esinti yakaladığım an minnettar oluyorum. Başka bir köşede bir çocuk ağlamaya başlıyor; muhtemelen sıcaktan bunaldı. Annesi sakinleştirmeye çalışıyor ama sıcak sabır bırakmamış ki kimsede.
Bir durakta kapılar açılıyor da bir nebze olsun bir hava akımı oluyor. Herkes hafifçe doğruluyor, sanki o an birazcık olsun yaşama sevinci geliyor geri. Ama kapılar kapanınca yine o ağır hava. Yüzümde minik bir ter damlası süzülüyor, kolumda hissettiğimde "birazdan gömlek sırtıma yapışacak" diye geçiriyorum aklımdan.
Sonra otobüs aniden fren yapıyor. Ayakta duranlar bir sağa bir sola yalpalıyor. Tutunduğum demir sanki kızgın olmuş, elim terden kayıyor. Birkaç kişi birbirine çarpıyor, ama kimse kimseye kötü gözle bakmıyor. Herkesin ortak derdi sıcak ve trafik olmuş, aramızda sessiz bir dayanışma var sanki.
Trafikte beklerken sağdan soldan arabaların camlarından müzik sesleri geliyor. Birinden ağır bir arabesk, bir diğerinden tempolu bir yaz şarkısı... Otobüsün camından bakarken, insanların yüzlerindeki ifadeleri izliyorum. Kimisi boş boş ileri bakıyor, kimisi telefonunda bir şeyler karıştırıyor. Hepimiz aynı sıcak, aynı trafik, aynı bezginlikteyiz.
Bir noktadan sonra insan vazgeçiyor şikâyet etmekten. Kendi kendime, "Bu da geçecek, belki yarın klimalı otobüs denk gelir" diyorum. Hayaller küçük, beklentiler düşük olunca insan daha az hayal kırıklığı yaşıyor. Bir anda gözüm, otobüsün arka köşesinde kitabını açmış bir genç kıza takılıyor. Ter içinde, ama dünyadan kopmuş bir şekilde okuyor. "İşte" diyorum, "güzel olan şeylere böyle tutunabiliyor insan."
Sonunda durağa varıyoruz. Otobüsten inerken, ayaklarım yere daha sıkı basıyor sanki. Gözüm hemen en yakın gölgeyi arıyor. Otobüsün arkasından vuran sıcak rüzgârla birlikte, bir gün bu şehirde trafik de, sıcak da daha çekilir olur mu acaba diye içimden geçiriyorum. Sonra silkeleniyorum. "Burası Antalya," diyorum, "sıcağıyla, trafiğiyle, hepsi bizim."