Deprem… Her ne kadar "bizim buralarda olmaz" desek de, içimizde ince ince işleyen o korkuyu bastıramıyoruz.

Antalya gibi görece daha az riskli bir yerde yaşıyor olsak bile, yüreğimizin bir köşesinde hep bir tedirginlik var. Her sarsıntı haberiyle elimiz telefona gidiyor, sosyal medyada "kaç şiddetindeymiş" diye aratıyoruz. O an yüreğimiz sıkışıyor, ne kadar uzakta olursa olsun.

Ben mesela bazen gece yatarken düşünüyorum, "Ya şimdi olursa?" diye. Yastığa başımı koymadan önce gözüm tavana takılıyor. "Acaba bu bina dayanır mı?" diye içimden geçiriyorum. Belki de bu düşünce beni en çok yoran şey. Çünkü dışarıdan bakınca güvendeymişiz gibi görünsek de, içimizde güvensizlik büyüyor…

Çocukken de böyleydi. Ne zaman haberlerde büyük bir deprem çıksa, annemle birlikte battaniye hazırlardık, su şişesi koyardık başucumuza. O zamanlar oyun gibi gelirdi ama şimdi anlıyorum; annem aslında hazırlıklı olmaya çalışırken bize güven vermeye çalışıyormuş.

Şimdi büyüdüm, ama o güveni hâlâ tam bulamıyorum. Evet, Antalya fay hattı üzerinde değil, evet burada büyük depremler nadir olur deniyor. Ama işte insan kalbi mantıkla çalışmıyor. Gözünle gördüğün yıkımları, duyduğun çığlıkları aklından silemiyorsun.

Deprem sadece yerin değil, insanın da içini sarsıyor. Evde tek başına kalınca daha çok hissediyorsun. Sessizlik bile bir korku sebebi olabiliyor. Bu korkuyla yaşamayı öğrenmek, onu bastırmak değil; onunla baş etmeyi öğrenmek gerekiyor belki de.

Peki, ne yapıyoruz? Açıkçası çok da bir şey yapmıyoruz. Binaların sağlamlığına dair bilgimiz yok, yaşadığımız evin depreme dayanıklı olup olmadığını çoğu zaman bilmiyoruz bile. Sanki başımıza gelmeyecekmiş gibi davranıyoruz. Ama başımıza gelebilir.

Antalya’da yaşamak bu korkuyu sıfırlamıyor. Evet, doğa harikası bir şehirdeyiz, denizimiz var, güneşimiz eksik olmuyor. Ama deprem denen gerçek sadece doğuyla ya da İstanbul'la sınırlı değil. Yerkürenin dili bu, ne zaman ne diyeceği belli değil.

Yine de sürekli tedirgin yaşamak da bir çözüm değil. Bu yüzden belki de ilk adım bilgiyle korkuyu dengelemek. Ne yapmalıyız, nasıl hazırlıklı olmalıyız, yaşadığımız bina ne durumda, ailece bir acil planımız var mı? Bunları konuşmamız gerek.

Bazen dost meclislerinde laf açılıyor, herkes konuşuyor ama sonra unutulup gidiyor. Oysa bu mesele unutulacak bir şey değil. Deprem sadece “başka şehirlerin” meselesi değil. Gözümüzü kapamakla gerçekler değişmiyor. Korkumuzun kaynağı, bilinmezlik. Bilinçli olursak korku yerini güvene bırakır belki.

Antalya’da yaşıyor olmak, "hiçbir şey olmaz" demek değil. Ama bu korkuyu taşıyarak, bilinçle, hazırlıkla, sevdiklerimize sarılarak yaşamak mümkün. Çünkü hayat, her şeye rağmen, yaşanmaya değer. Ve belki de bu yüzden, korkularımızla barışmayı öğrenmeliyiz…