Antalya’da yazın sabah kalktınız pencereyi açtınız… Ama dışarıdan gelen ferah sabah esintisi değil, yüzüme çarpan bir buhar dalgası oldu.
Antalya’da nem oranı yine tavan yapmış. Sanki biri banyoda sıcak suyu açmış da kapıyı kapatmayı unutmuş gibi. Hava değil de, sanki çorba soluyoruz. Gerçekten “nem” deyince aklımıza sadece saçlarımızın kabarması gelmemeli; bu bambaşka bir yaşam şekli.
Antalya’da yaz demek, sadece güneş kremi sürmek ya da plaj havlusunu kapıp denize koşmak değil. Aynı zamanda yürürken tişörtünün sırtına yapışması, sandalyeye oturduğunda bacağının cırt diye yapışıp kalkması ve sanki her an bir sauna seansının içindeymişsin gibi hissetmendir. Bir de her yerden "bu hava insanı hasta eder" cümleleri yükselir.
Klima Antalya’da lüks değil, temel ihtiyaçtır. Marketten aldığın sütü eve getirene kadar yoğurda dönüştürebilir nem. Ve evet, denize giriyorsun ama çıkınca kuruyamıyorsun. Çünkü havada yeterince boşluk yok; su buharı her yeri sarmış. Tişörtünü değiştiriyorsun, üç dakika sonra yine ıslak.
Ben şahsen nemin vücuda işlediğine inanıyorum. Kemiklerin bile terliyor sanki. Dışarı çıkarken “bugün ne giysem?” sorusu yerini “hangi kıyafet teri daha az belli eder?” sorusuna bırakıyor. Hele sabah işe gidiyorsan… Daha günün ilk saatinde terlemiş, saçın sönmüş, makyajın akmış oluyor. Tüm gün boyunca da bu buharlı ütü havasıyla uğraşıyorsun.
Birileri kalkıp “ama nem cilde iyi gelir, yaşlanmayı geciktirir” diyor. Hadi oradan! Nem bu, krem değil. Suratım parıl parıl değil, bildiğin sırılsıklam. Üstelik moral de bozuyor. Enerjini alıyor. “Yürüyüşe çıkayım” diyorsun, beş adım sonra pişman oluyorsun.
Antalya bu işte. Deniziyle, güneşiyle, güzelliğiyle seni kendine âşık eder ama sonra nemle sınar. O yüzden burada yaşamak, biraz da doğayla uzlaşmayı gerektiriyor. Kabulleniyorsun. Nemle yaşamayı öğreniyorsun. Islak havluyu balkon korkuluğuna asmadan önce, göz ucuyla gökyüzüne bakıyorsun: “Bugün de birlikteyiz değil mi sevgili nem?” der gibi.
Yine de kabul edelim: Antalya’da buharlı yaşamın bir büyüsü var. Bu şehir yazın rehavetini, yavaşlığını, sokaktaki miskinliği nemle birlikte yaşatıyor. Herkes biraz daha yavaş hareket ediyor, zaman biraz daha esniyor. Sanki her şey “acele etme, terleme” der gibi akıyor.
Nem sayesinde birbirimize daha anlayışlı oluyoruz belki de. Kalabalık otobüste biri fenalık geçirince “çok normal” deyip su uzatıyoruz. Komşuyla apartman boşluğunda rastlaşıp “bugün de çok ağır hava var” diyerek dostluk kuruyoruz. Nem, bu şehirde ortak bir dert ama aynı zamanda ortak bir dil gibi.
Kısacası sevgili okur, Antalya’da nem sadece bir hava durumu değil, bir yaşam tarzı. Bu tarzı benimseyince, terlemeyi dert etmemeyi, yavaşlamayı ve sabretmeyi de öğreniyorsun. Sonuçta biz burada sadece güneşle değil, havanın ta kendisiyle iç içe yaşıyoruz. Ve bu buharlı masalda, hepimizin alnında bir damla terle yazılmış hikâyeler var.