Kore seyahatimizde Seul şehri üzerine yaptığımız gözlemler, şehircilik anlayışımızı sorgulamamıza neden oldu. Önceki yazımızda ulaşım sistemlerinin nasıl planlı, dakik ve entegre çalıştığını aktarmıştım. Bu yazıda ise Seul’deki sosyal yaşamın ve özellikle restoran kültürünün neden bu kadar erişilebilir olduğunu anlatmak istiyorum.
Seul’de yemek yemek sadece kolay değil, aynı zamanda ekonomik. Merkezdeki restoranlarda fiyatlar sabit, menüler şeffaf ve herhangi bir “turist tarifesi” yok. Hizmet hızlı, düzenli ve hijyenik. Bunun en büyük nedeni ise insan gücünün yerini büyük ölçüde teknolojiye bırakmış olmaları. Siparişinizi dijital ekrandan veriyorsunuz, ödemeyi yine sistem üzerinden yapıyorsunuz. Temassız, hızlı, verimli. Ne sıra var, ne karmaşa.
Kore bir sanayi ülkesi. Teknoloji devi markalarıyla dünyada söz sahibi. Ama turizmi sadece döviz gelsin diye değil, kent kültürünü yaşatsın diye geliştiriyorlar. Yerliye de, yabancıya da aynı standartta hizmet sunuluyor. Turizm, lüks bir alan değil; halkın yaşam kalitesinin doğal bir parçası.
Bu noktada önemli bir fark ortaya çıkıyor: Bizde hizmet sektörü hâlâ ucuz iş gücüne dayalı. Eğitim yok, teknoloji yok, planlama hiç yok. Ucuz iş gücüyle hizmet kalitesini yükseltmeye çalışıyoruz ama sonunda çalışan da mutsuz, hizmet alan da. Oysa Seul’de dijitalleşme sayesinde işletme giderleri düşürülüyor, kalite artırılıyor, ücretler insanca seviyelerde kalıyor.
Seul’de her şey işliyor: Oteller, restoranlar, kafeler, sokaklar… Hepsi planlı. Tuvaletler temiz, çöpler kontrollü, kamu alanları düzenli. Ve tüm bunlar kentli için. Vatandaş hizmet alıyor, hizmetten keyif alıyor. Çünkü şehir, yaşayanlar için var.
Antalya ise turizme bağımlı bir şehir. Ama hâlâ turisti kazıklama mantığıyla yönetilen bir hizmet kültürümüz var. Teknolojiden uzak, plansız ve günü kurtaran çözümlerle ilerliyoruz. Oysa bu yol çıkmaz. Hizmette kaliteyi, fiyat dengesini ve kent yaşamını iyileştirmek istiyorsak, önce şunu sormalıyız:
Biz şehri insan için mi planlıyoruz, yoksa insanı şehre mecbur mu bırakıyoruz?