Demokrasi, kökeni Antik Yunan’a dayanan, halkın yönetime katılımını esas alan bir yönetim biçimi olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Atina demokrasisinde yalnızca erkek yurttaşlar söz sahibiydi…
Kadınlar, köleler ve yabancılar dışlanmıştı. Tarihin ilk demokrasi deneyimi bile büyük bir eşitsizlik üzerine kurulmuştu. Bugün geriye dönüp baktığımızda, o dönemin "halk yönetimi" anlayışının ne kadar sınırlı olduğunu daha iyi kavrayabiliyoruz.
Modern demokrasiler zamanla bu dar halk tanımını genişletti. Kadınlara oy hakkı, ırksal ayrımcılığa karşı mücadeleler ve insan hakları hareketleriyle demokrasi daha kapsayıcı hale geldi. Bu genişleme beraberinde başka sorunlar getirdi elbette… Demokrasi, sadece seçme-seçilme hakkına indirgenmeye başlandı. Oysa gerçek demokrasi, yalnızca seçimlerle sınırlı bir sistem değildir; adaletin, eşitliğin ve katılımın tüm alanlarda hissedilmesi gerekir.
Bugün birçok ülkede, özellikle de sözde demokratik olanlarda, demokrasi ciddi bir sınavdan geçiyor. Seçimler yapılmasına rağmen ifade özgürlüğü kısıtlanıyor, muhalif sesler susturuluyor. Bu tür rejimler “seçimli otoriterlik” olarak adlandırılıyor. Sandıkta oy veriliyor, ama verilen oylar sistemi değiştirmeye yetmiyor. Seçmenin iradesi ise yalnızca rakamdan ibaret kalıyor.
Geçmişte demokrasi, bir araya gelip şehir meclislerinde tartışan yurttaşların aktif katılımıyla şekillenirken; günümüzde dijital çağın getirdiği bireysellik, insanları yalnızlaştırdı. Katılımcı demokrasinin yerini, ekran başında oy kullanıp sonra tekrar edilgen hayata dönülen bir sistem aldı. Bu da halk ile siyaset arasındaki bağın zayıflamasına neden oluyor.
Medya, günümüz demokrasilerinin dördüncü kuvveti olarak görülüyor. Birçok ülkede medya ya tekelleşmiş durumda ya da iktidarın sesi haline gelmiş. Böyle bir ortamda halkın doğru bilgilenme hakkı gasp ediliyor. Bilgiye dayalı karar vermeyen bir halkın, demokratik süreçte ne denli sağlıklı tercihler yapabileceği ise tartışma konusu…
Bir başka sorun ise ekonomik eşitsizliklerin demokrasi üzerindeki etkisi. Paranın gücü, siyaseti doğrudan yönlendirebiliyor. Seçim kampanyalarında kim daha fazla harcarsa, genellikle o kazanıyor. Böylece halkın iradesi değil, sermayenin tercihleri öne çıkıyor. Demokrasi, görünürde herkesin eşit olduğu bir sistem gibi dursa da pratikte “parası olanın sesinin çıktığı” bir yapıya bürünüyor.
Geçmişte demokrasinin en büyük düşmanı mutlak monarşilerdi; günümüzde ise demokrasi, içten içe kendi krizini yaşıyor. Seçimlere katılım oranlarının düşmesi, halkın sisteme olan güveninin azaldığının en net göstergesi. İnsanlar, değişimin sandıkla gelmeyeceğine inandığı noktada demokrasiyi değil, popülizmi ya da radikalizmi tercih edebiliyor.
Peki, çıkış yolu nedir? Gerçekten demokratik bir düzen kurmak için yalnızca sandığa değil, sivil toplumun güçlendirilmesine, ifade özgürlüğünün garanti altına alınmasına ve adil bir hukuk sistemine ihtiyaç var. Eğitim, bireyin eleştirel düşünmesini sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmalı. Çünkü sorgulamayan bir birey, demokrasiye değil, dogmalara hizmet eder.
Demokrasi geçmişte kusurluydu, bugün ise daha karmaşık bir hale geldi. Teknoloji, küreselleşme ve bilgi akışı demokrasiye yeni olanaklar sunarken, aynı zamanda yeni tehditler de oluşturdu. Dijital hile, algoritma yönlendirme gibi çağdaş sorunlar da demokrasinin altını oyuyor.
Demokrasi bir sistem değil bir yolculuktur. Bu yolculukta geçmişten ders çıkararak, bugünümüzü sorgulayarak ilerlemeliyiz. Aksi halde demokrasi, sadece seçim günü hatırlanan bir törene dönüşür. Oysa demokrasinin gerçek gücü, her gün yaşanmasında ve her bireyin söz hakkına sahip olmasında yatar.