Maddi durumu çok kötü bir aile de büyüdüm. 6 kardeşiz hepimiz küçüğüz ve okuyoruz. O dönemlerde herkesi kendi ailem gibi fakir sanıyordum. Yaş büyüdükçe bir şeyler öğrenmeye başladığımda durumun böyle olmadığını anladım. Orta okula yeni başlamıştım. Okulun yeni başladığı zamanlardı. Coğrafya diye bir dersimiz vardı. Hocamın adı Ali İhsan’dı. Adını hiç unutmayacağım. Ali Hoca bize Türkiye’yi anlatıyor. Kocaman bir harita getirmiş. Türkiye’nin büyük bir ülke olduğunu ilk kez o zaman öğrenmiştim. Derler ya ‘Herkesin dünyası yaşadığı yerdir’ diye. Her öğrendiğim gibi beni şaşkınlığa uğratıyordu. Haritada sadece bölge isimleri vardı. Hoca ilk olarak bizim olduğumuz bölgeyi gösterdi. Doğunun en ücra köşesindeydik. Bütün sınıf pür dikkat sınıfı dinliyoruz. Daha sonra Ali Hoca bize bölgeleri tanıtarak, hangi bölgelerde ne yetiştiğini anlattı. Benim doğduğum Ağrı şehrinde buğday ve hayvancılık vardı. Başladı Karadeniz fındık, çay, tütün. Akdeniz turunçgiller, tütün, muz, buğday, pirinç, gül, haşhaş ve de pamuk. Ege incir, zeytin, tütün, haşhaş, pamuk, üzüm ve anason. Güneydoğu Buğday, arpa, pamuk, kırmızı mercimek, susam, çeltik, Antep fıstığı, üzüm, zeytin, tütün, karpuz, domates, biber ve patlıcan. Marmara buğday, mısır, çeltik, şeker pancarı, ayçiçeği, susam ve patates. Doğu baklagiller. Sınıfta bir arkadaşımız ‘Öğretmenim ne çok şey varmış Türkiye’de’ dedi. Ali Hoca, “Çocuklar sadece bunlar değil daha bir sürü ürün var. Yeraltı kaynakları var. Türkiye çok zengin bir ülke. Kendi kendine yeten bir ülke. Yurtdışına çok ciddi ürünler gönderiyor” dedi. Ben ise kendi kendime ‘Türkiye kendine yetiyor ama bizim aileye niye yetmiyor’ diye düşündüm. Çocukluk işte. Ama o bilgiler kafamda döndü durdu.
Yıllar geçti okul bitti. Üniversiteye başladım. Ailemin maddi yine kötüydü. Hem çalışıp, hem üniversite okudum. Bazı arkadaşlarımızın durumu iyiydi. Onlar gezerken, ben çalışıyordum. Üniversitede şunu çok iyi öğrendim. Hiç kimse ekonomik olarak eşit değil. Daha sonra mesleğim olan gazeteciliğe başladım. Bu meslek de bana halktan çalınanları gösterdi. Öğretmenimin bana bölgeleri öğretirken söylediği şeylerden yıllar içinde hiçbir şeyin kalmadığını gösterdi. Yıllar bana çok şey katarken ülkemden çok şey çalmış. Hoş çalmaya da devam ediyor. Yıllar mı çalıyor yoksa yıllardır güvendiklerimiz mi? O da tartışılır.
Şimdi bugüne geldiğimizde eskiden zenginle fakir arasında bir makas vardı. İnsanlar 3 gruba ayılırdı. Ya fakirsindir, ya orta gelirlisindir yada zenginsindir. Ben hala zengin değilim tabi ki. Ama artık kimse zengin değil. Zengini boş verin artık orta sınıf diye bir şey kalmadı. Kendi kendine yetebilen bir ülkeyken nasıl duruma geldik demeyi bile artık sormak istemiyorum. Çünkü her şey ortadayken bu soruyu ancak aptallar sorar. Hoş aptal olmasak ekmeği 5 liraya yemezdik. Aptal olmasak gelişmiş ülke olurduk, aptal olmasak üretimimizi bitirmezdik, aptal olmasak, çalanları görürdük.
Bence burada sorulacak en güzel soru şu: ‘Bunu hak ettik mi?’ Etmedik demeyi çok isterdim ancak hak ettik ya.