Sevgili okurları bu gün çok sevdiğin yazarlardan biri olan Nazım Hikmet’ten bir hikaye anlatmak istiyorum. Onun ismi korkuyla beraber doğar, ölümle neticelenirdi. Akdeniz’i baştan başa maceraları dolaşır, köpüklü sahillerde sergüzeştlerini terennüm eden türküler söylenirdi. İsmi Bora idi. Genç, gür siyah bıyıklı, gece kadar siyah ve derin gözlü, geniş omuzlu bir korsan, bir Türk korsanıydı. Anadolu’nun hüzünlü sahillerinde doğan bu Türk oğlunun alnı yalnız Allah’ının önünde eğilmişti. Hakanına sarsılmaz bir  hürmetle merbuttu. Sonra, denizlerde tanıdığı yegane kuvvet onun emri, onun sözüydü. Bir akşam yine güneş önünde dalgalanan bir Osmanlı sancağı gibi batarken, direkteki gözcü, “Ufukta bir kadırga!” diye bağırdı. Hepsi hazırlandılar, halatlar roda edildi, kancalar getirildi ve denizde köpüklü bir iz bırakarak ileri atıldılar… İki gemi birbirine derin gıcırtılarla rampa oldu ve korsanlar boğaz boğaza, göğüs göğüse birbirine karıştı. Bir saat sonra Bora Reis’in çektirmesi yedeğinde harap düşman kadırgası olduğu halde kararan  ufuklara  doğru ilerliyorlardı. Elleri arkasına bağlı direğe yaslanan düşman reisinin önünde gezinen Bora Reis sordu: “Ya o kız? Bir armağan. Kime? Türk sultanına. Bora Reis biraz şaşkın: Anlamıyorum, dedi. Öteki devam etti: Evet bu kız Venedik Doju tarafından yollanılan bir armağan ve biz onu Konstantaniye’ye götürüyorduk. Fakat Bora Reis fazla dinlemedi: Sus, dedi, yeter sus. Şimdi düşünüyordu: Bilmeden acı bir tesadüfün eliyle Hakan’a giden bir armağana taarruz etmiş ve büyük bir günah işlemişti. Bunu tamir lazım geliyordu. Ertesi sabah gün doğarken demir aldı ve bir hırsız gibi kaçtı, engin denizlerin ufuklarına kaçtı. Beni bırakma. Bora Reis cevap vermedi, Bora Reis ona bakmadı. Fakat kendi rüzgarını, kendi fırtınasını kendi içinde patlatarak kaçtı. Yıllar geçti ve o, Akdeniz’in her köşesinde kanlı bir macera geçirdi. Unutmak istedi. Unutamadı. Hatta bazen ölmek istedi, ölemedi. Nihayet bir sene, ak sakalının göğsüne döküldüğü bir sene: Gidip görmeliyim, dedi. Hiç olmazsa kabrini görmeliyim…
Ve Trablus’a geldi… Sordu… Çoktan öldüğünü söylediler. İsmini duya duya öldü… Kabrini sordu… Gösterdiler… Gitti. Onun mezarında hayatının ilk ve son sevgilisinin mezarında ilk ve son defa ağladı…
Bir ay sonra Trablus sahillerinde ak sakallı bir ihtiyarın boğulmuş naşını buldular ve Akdeniz’i çalkalandıran o bora işte böyle durdu.