Yaşadığımız bu acı günlerin duygusal travmalarından sıyrılıp olaya bir miktar soğukkanlılıkla bakmak istiyorum biraz.

Bu felaketin sorumluları hakkında belki yeni bakış açıları buluruz.

Düşünün bir kere, işe personel alıyorsunuz ihtiyacınız elektrik mühendisi. Adaylar size üniversitelerinden aldıkları diploma veya çıkış belgelerini sunuyorlar. En iyi ihtimalle belgenin gerçekliğini kontrol edersiniz. Doğru ise şunu kabul etmeniz gerekir: “Bu kişi elektrik mühendisi olabilmek için gerekli dersleri almış ve başarıyla geçmiş sınavlardan”. Peki bunu size kim garanti eder?

İlgili üniversite ve ona bu yetkiyi veren devlet.

Bir mal veya hizmet satın aldınız.

Bu malın veya hizmetin faturası var ise bilirsiniz ki, belirli kalite ölçütlerine uygundur, çalışmazsa tüketici haklarından faydalanabilirsiniz. Garantisi ve varsa son kullanma tarihi paketinde yazılmıştır. Ve doğrudur.

Bu bilgilerin güvenliğini malın tanımadığınız üreticisine mi bırakırsınız, sistemin yöneticisi olan kuruluşlara ve devlete mi?

Daha basite indirgeyelim.

Cüzdanımızdaki para banknotlarını düşünün. 

Her ne kadar enflasyondan her gün erise de bir değerleri olduğunu ve bakkala onlardan verip ekmek alabileceğimizi biliyoruz. Bunu bakkal da kabul etmiş durumda. Ama onlar aslında birer kâğıt parçası. Ona üzerinde yazılı değeri veren ve garantileyen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır. Yani devlettir.

Uzatmadan konuya dönelim.

Elimde bir konut tapusu var diyelim.

Onu konut haline getiren müteahhit ve mühendisleri tanıyor muyuz?

İmalatında müdahil olduk mu?

Müdahil olacak bilgimiz yetkimiz var mı?

Yok.

Ama bu konutu mal olarak satın aldık.

Kime güvendik?

Evet. Devlete.

Yapımında üniversitesinden ilgili diplomasını almış mühendislerin çalıştığı, kontrollerini devletin yetkili olarak belirlediği insanların yaparak, yine devletin yetki verdiği kurumlarca tapusu çıkarılan bir evi satın aldığımızı düşündük.

Bu imalatlarda devlet direkt olarak veya dolaylı yetki verdiği insanlarla bir arsaya konut yapılmasını onayladı. Ve biz de o garanti ile satın aldık.

Şimdi o bina depremde yıkıldı ve devlet suçlu arıyor.

Bir önceki yazımda bu işin içinde imzası olan herkesin vatandaşlıktan çıkarılmasını istemiştim. Hala aynı fikirdeyim ama peki ya organizasyonu yapan ve denetleyen devlet ne olacak?

Hükümet demiyorum dikkat edin devlet diyorum. 

Hükümet sadece geçici olarak yönetime gelip gider. Esas olan mekanizma devlettir.

Devlete ceza kesemez miyiz?

Bence keseriz.

Devlet, kendi garantisinde tapusu verilmiş her yapıyı kontrol ettirmiş olmak zorundadır.

Bu görevini tam yapmamışsa, bina başı yaklaşık 80-100 bin liraya mal olan depreme dayanıklılık testlerinin tamamını veya en azından büyük bir kısmını karşılaması gereklidir. Bunu yaparken de yetkili kontrolörleri belirleyip ve rasgele eşleştirerek herhangi bir suistimale imkan vermeden yapmalıdır. Yoksa hiç birimiz gece yatağa huzurla yatamayacağız. Çocuklarımızı okullarına, eşimizi işyerine göndermeyeceğiz. 

Maliyeti 80 bin TL olarak alıp, ülkedeki 12 milyon binayı kontrol etmek zor gibi duruyor ama 2 katlı veya tek katlı müstakilleri ayırıp, önceliği deprem riski yüksek bölgelere vererek, birim kontrol maliyetini de işin büyüklüğünden dolayı yarıya düşürerek halledilebilir rakamlara düşecektir. 

Yani demek istiyorum ki geçen gün depremzedeler için TV de yapılan bağış kampanyasında 115 milyar TL toplandı. 

Başımıza gelmeden de toplayalım bu paraları.

Ölmeden

Üzülmeden

Kahrolmadan…

Yani olmayacak işler değil bunlar.

Unutmayalım, “Bugün, yarının dünüdür”