Dün 10 Kasım nedeniyle Atamızı andık. Atam 84 yıl önce bugün aramızdan ayrılarak ebediyete kavuştu. Dün meslek büyüğüm ağabeyim Nihat Toklu ile birlikte sunduğumuz Koza TV’de yayınlanan Günaydın Akdeniz programında canlı yayında anmaya katıldık. Stüdyo Cumhuriyet Alanı’na yakın olduğu için buradaki kalabalığı gördüm, doğrusu katılımın yüksekliğinden dolayı mutlu da oldum. Sonra biraz düşündüm. Acaba Atatürk bir mucize olsa da Antalya’ya yeniden gelse ne olurdu? Gelin hep birlikte hayal edelim.
Atatürk’ün geleceği haberi kentte büyük sevinç yaratır. 6 Mart 1930’da olduğu gibi Kepez’den şehre kadar halk, yolun iki yanını doldurur. Kepez’den inerken dev maskını görür ve
Sonra aşağıya doğru devam etse ve sağ taraftaki inşaatları görüp dursa.
Ata’nın biraz kafası karışır. Madem evleri vardı da ev almak için niye yıktılar acaba diye hayıflanarak devam eder.
Sonra oradan aşağıya devam ederken pil, ferro krom ve dokuma fabrikalarını görür ve tabi çok şaşırır. Yokluğunda teknoloji o kadar ilerlemiştir ki, fabrikaların bacalarından duman bile gelmemektedir.
Atatürk’ün kafası iyice karışır.
Daha önce kaldığı Yenikapı’daki köşke giderken gördüğü dev binalar, Ata’nın başını döndürür. Trafik felaket. Her ne kadar eskortlarla yolu açmak isteseler de, insanları mağdur etmek istemeyen Atatürk buna izin vermez. Tabi suç Ata’da. Daha önceki gibi Antalya’ya saat 16.00’da girersen, akşam trafiğine de kalmış olursun.
Sonra Ata bir önceki gezisinde de kaldığı iki katlı köşke ulaştı. 1930 yılında kullandığı eşyaların aynı kalmasından mutluk duydu. Öyle ya o tarihten beri bir tek o bina ve içerisindeki eşyalar korunmuştu. Akşam, onuruna verilen yemek sırasında düzenlenen gösterileri seyretti. Sonraki gün yine önceki gelişindeki programında olduğu gibi akşamüstü köşkten çıktı ve akşam üzeri şehirde otomobil ile bir gezinti yaptı. Yaptı ama yine akşam trafiğine kalarak. Tophane’ye gitti, orası ters yol olduğu için hayli dolaştılar. Buz fabrikası artık yoktu. O da biraz da şehrin bu haline bozularak geri döndü. Sonraki gün Arapsuyu’nda bulunan Mursi Çiftliği’ne gidildi. Nostalji olsun diye mi, yoksa trafikten bunaldığı için mi bilinmez bu kez deniz yolunu tercih etti. Hemen belediyeden deniz otobüsü istediler. Ancak deniz otobüslerinin bir süre önce satışa çıktığı öğrenildi. Neyse başka bir deniz aracıyla Mursi’nin çiftliğine gidildi. Fakat çiftliğin çevresi beton, kendisi ise spor merkezi olmuştu. Burada bir restoranda yemek yedikten sonra biraz da gelen okkalı hesabı görüp tekneyle Antalya sahillerini gezdi. Sahildeki çok katlı yapılar moralini bozdu. Tekneyle büyük şelaleye gidildi. Daha sonra karadan, Lara yolu üzerindeki Erenkuş mevkiine gitti. Yolda tabelaların yabancı dilde yazılması dikkatini çekti. Hatta bazı firmalar dairelerini yabancı dilde yazılarla pazarlamaya çalışıyordu.
Müthiş bir hafıza ile buranın adının daha önce Rumkuş olduğunu hatırlayarak yanındakilere dönüp,
Yüzü düştü, içi daraldı. Denize baktı sahildeki binaları bir kez daha gördü ve içinden “Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en bozulan yeridir” diyerek kentten ayrıldı.
Esen kalın…