Hatay’da yaşananlar seçim nedeniyle çabuk unutuldu. Yerini magazinsel haberlere bıraktı. Oysa o günleri yaşayanlar unutmadı. Yüreklerinde hissettiklerini bana anlattılar. Ben de sizlere sunuyorum.

O gün, bugün Hatay’da yaşananlar acılar, sitemler ve bir anda yok olan anılarla birlikte çaresizliğin haykırışıdır bu yazı…

İlk önce depremle birlikte, pijamaları İle dışarıya çıkabilen insanları, buz gibi havada, gök gürültülü sağnak yağış bekliyordu. Bu yeterli gelmedi, yağış doluya döndü. Maalesef küçük şanslı bir azınlık dışında herkes sırılsıklam, tir tir titreyerek, yakınlarına ulaşmaya çalışarak, en kazlardan gelen çığlıkları dinleyerek, yardım gelmesini bekledi.

Başa gelen çekilir, çok şükür bir havaalanımız vardı. Neredeyse tüm STK’ların oraya havaalanı yapılması uygun değil demesine rağmen yapılmıştı. Hatay’a aynı gün, uçaklarla her türlü yardım, arama kurtarma ekibi gelebilirdi. Ama Azrail’in başka bir planı vardı. Koca deprem bölgesinde havaalanı kullanılamaz durumda olan tek şehir Hatay’dı. Maalesef 6. güne kadar, hava yolundan gelebilecek yardımı kaybetmiştik. Hiç sorun değil, Hatay’da Türkiye’nin en büyük limanlarından biri vardı, İskenderun limanı. Oradan her türlü yardımı alabilirdik. Ama Azrail’in planı tıkır tıkır işliyordu. Depremle birlikte başlayan yangın 3-4 gün boyunca söndürülememişti. Yakıt tankerleri ve yardım gemileri limana yanaşamıyordu. Deniz yolundan gelecek desteği de kaybetmiştik.

Tamam, olabilir ama panik yapmaya gerek yoktu, çünkü yeni hizmete açılan 4 şerit gidiş, 4 şerit geliş otobanımız vardı. Destek oradan gelebilirdi. Halbuki böyle bir olasılık zaten yoktu. Çünkü koca otoban, Belen’de tek şeride düşüyordu. Yani planlayıcılar, Hatay gibi bir şehirde, giriş ve çıkış için tek şeridi yeterli görmüşlerdi, otoban İle Belen geçidini by-pass etmeye gerek duymamışlardı. Hem böylece Belen esnafının geliri de korunmuş olacaktı. (Otobanda yapılacak bir mola alanı ile kolayca çözülecek bir durumken, bu tercih edilmemişti.) Artık havayolunu, deniz yolunu kaybeden, karayolu zaten yetersiz olan, yerle bir olmuş Hatay yardım bekliyordu. Gelen arama kurtarma ekiplerinin sadece İskenderun’dan, 60 km mesafedeki Hatay’a ulaşması 6-8 saat sürüyordu. Her gelen ve tek umudumuz olan, destek ve yardım konvoyları, durumu daha da kötüleştiriyordu. Artık şehre ulaşmak mümkün değildi. Maalesef yaralıların tahliyesi de yapılamıyordu.  Çok şükür hastane açısından şanslı bir şehirdik. Her türlü imkana sahip yeterli sayıda özel hastanemiz, devlet hastanemiz vardı. Yardım gelene kadar, bir çok kişiyi hayatta tutabilirdik….

Şayet ayakta kalabilselerdi….

En büyük 3 özel hastane, Antakya ve İskenderun devlet hastaneleri çökmüştü. Bu yetmezmiş gibi doktorların yaşadığı site diye bilinen bir site çökmüş, onlarca doktor da enkaz altında kalmıştı. Eczanelerin talan edilmesi ise her şeyi daha da zorlaştırmıştı. Hasta ve yaralıların kaderine terkedilmesi artık kaçınılmazdı. Tamam, enkaz altında kaldık. Neyse ki hepimiz telefonla uyuyorduk. Arayıp bulunduğumuz yeri, canlı olduğumuzu bildirebilirdik, yardım isteyebilirdik. Çünkü 99 depreminde böyle olmuştu, birçok kişi bu şekilde kurtulmuştu. Maalesef 2023’e gelindiğinde bu mümkün değildi. GSM operatörlerinin dronlu baz istasyonu reklamlarının fantezi olduğunu acı bir şekilde öğrendik. Enkaz altında yanınızda 5 telefon da olsa, hiç kimseye ulaşma şansınız yoktu. Meğerse ömrünüz, bir binanın üstüne dikilen baz istasyonunun ömrü kadarmış.

Olsun, devlet bir yolunu bulurdu bizi kurtarmak İçin. Umut bizi ayakta tutan tek şeydi. Bundan vazgeçemezdik.

Peki onlar ne durumdaydı?

Devletin tüm kritik binaları yerle bir olmuştu. Devlet zihnen ve bedenen çökmüştü. Ayakta kalan okullar (Tatbiki hayırseverlerin yaptığı) Valilik, Kaymakamlık, Emniyet Müdürlüğü ve Belediye’ye dönüştürülmüştü. Afetlerde Kızılay’ın adını duymak, bayrağını görmek bile, bize iyi gelirdi. Can havliyle bağışlarımızı yapar birçok afetzedeye iyi geldiğimizi bilirdik. Sanırım gözbebeğimiz Kızılay’ımıza haber verilmemişti. Yoksa o bizi asla böyle bırakmazdı. Para karşılığı çadır gıda ticareti ile meşguldü.

AFAD mı?…..

Kendi kendiyle ve diğer yardım kuruluşları İle boğuşuyor, organize olmaya çalışıyordu. Eminim vakit olsaydı çok iyi şeyler yapacaktı. En kritik saatler hızla kaybediliyordu.  Asker mi?… Sinirleri alınmış, refleksleri yok edilmişti. Ordunun kimyası değişmişti, davranış şekli bu değildi.  Öyle ki, o kritik süreyi neden kışlada geçirdiklerini kendilerine bile açıklayamıyorlardı. Azrail, artık deprem bölgesindeki en yüksek ölüm sayısına Hatay’da ulaşabilirdi. Artık bu cehennemi yaşayanlar için yakınlarının cenazesine ulaşmak ve onları defnedebilmek tek gayeye dönüşmüştü.  Bunu başarabilmek tek mutluluk kaynağıydı. Gelinen noktada, kainatta yapayalnız ve çaresiz bırakılan bizlere, sadece “KADER”e inanmak AZRAİLİ beklemek kaldı.

Yorum yok…