Puşkin’in ardında hissettiği varlığıyla daha büyük bir güçle yazan, “Ölü Canlar”, “Palto”, “Bir Delinin Hatıra Defteri” gibi büyük eserlerin yazarı, Nikolay Vasilyeviç Gogol’un hayat hikayesidir. Gogol, 31 Mart 1809’da, Ukrayna’da, Mirgorod yakınlarındaki Soroçinski köyünde, orta halli toprak sahibi bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona, “Nikolay Vasilyeviç Gogol” adını verdi. Çocukluğunu burada, köy hayatı içinde geçirdi. Kazak Kültürü etkisinde kalacak, sadece kişiliği değil, zamanla yazdıkları da bu etkiden nasibini alacaktı. Gogol, ölü doğan iki bebekten sonra dünyaya gelmişti. Şimdi o hayattaydı ve üzerine titriyorlardı. Bir de çelimsiz, solgun yüzlü bir bebek olarak doğduğundan, onun da ölmesinden çok korkmuşlardı. Bu panik, ailesinin, Gogol’u çok fazla şımartmasına sebep oldu. Üçüncü çocuklarının da ellerinden kayıp gitmesinden öylesine korkuyorlardı ki, onu böyle yaşatacaklarını düşünmüşlerdi belli ki. Ama Gogol’un bu hali, onun ilk gençlik zamanlarını olumsuz etkileyecekti. Şımartılan, el bebek gül bebek büyütüldüğü bir çocukluk geçiren Gogol, okul hayatı boyunca diğer çocuklarla pek konuşmayacak, arkadaşları onu pek sevmeyecekti. Bir yandan da ailesi her ne kadar soylu da olsa, yoksuldu. Pek iyi bir eğitim göremedi. Hatta bazı kaynaklara göre, ilk derslerini bir medrese öğrencisinden almıştı. Kısa boylu, tıknaz bu çocuk, her ne kadar şımartılmış olsa da, aslında her şeyin de farkındaydı. Çocuk yaşlarını çiftlik sahiplerinin, köylülere verdiği emirleri, onların hayatını izlemekle geçiriyordu. 1821-1828 yılları arasında Nijin’de bulunan okulda eğitim aldı. Sayısal dersler pek ona göre değildi. Edebiyatı da biraz böyle sevdi belki. Ama farkında olmadan çocukluğundan bu yana içinde yazacak ne çok şey biriktirmişti. Gogol’un, bir iş bulup fakirlikten kurtulmak gibi bir hayali vardı. Bir de bunun gerçekleşeceğine inandığı bir şehir, hayallerinin şehri: Petersburg! Gogol, hayatında pek çok şeyin Puşkin ile tanıştıktan sonra değiştiğine inanıyordu. Aleksandr Puşşkin ve Gogol 1831’de tanışmışlar ve hemen ardından ilk öykü kitabını çıkarmış, aldığı övgüler onu istediklerine birkaç adım yaklaştırmıştı. Hepsinden önce artık kendisine gerçekten güvenebiliyordu. Rus Edebiyatı’nda parlıyordu. Gogol, kitabında ardından Haziran’da Moskova’ya gitti. 1834’te de Petersburg Üniversitesi’ne yardımcı profesör olarak atanmıştı. Görevi uzun sürmedi 1835’ti istifa etti. Kendisini daha çok yazmaya adamak istiyordu. Parlayışını sürdürmeliydi. Son zamanları gerçekten de hasta bir halde geçiyordu Gogol’un ve tabii dinsel açıdan kaygılı… Bir buhranla Ölü Canlar’ı yakışının üzerinden sadece 10 gün geçtikten sonra, Moskova’da hayata veda etti. Tarih 4 Mart 1852’yi gösteriyordu ve Gogol, henüz 43 yaşındaydı. Cansız bedeni, “Nazım Hikmet”in de mezarının bulunduğu “Novodeviciy Mezarlığı’na gömüldü. Ama hiçbir şey bitmemiş gibiydi. Ölümü de en yaşamı kadar tartışma konusu olmuştu. Bu tartışmalar büyüdükçe büyüdü ve bir süre sonra Gogol’un mezarı tekrar açıldı. Ancak açılmasıyla ruhların çekilmesi de bir oldu. Gogol mezarında ters yüz olmuştu. Ölü zannedilerek diri diri gömüldüğü de böylece anlaşılmış oldu. Ancak bu kadarla da bitmemişti. Evet, ters yüz olmuştu ama kafası yoktu. Nerede olduğuysa bulunamadı. Bu arada Gogol, her ne kadar bir yandan el yazmalarını yaksa da, bir yandan da hala bir şeyler yazmaya devam ediyordu. Sadece taslaklarını yazdığı “Dördüncü Dereceden St. Vladimir Nişanı” kalmıştı ardında. Ölümünden sonra Sasa Preis bu eseri tamamladı. Aleksandr Puşkin’e olan düşkünlüğü ve ardında hissettiği destekle kendini bulan, eserleri ile Rus Edebiyatı’nda parıl parıl parlayan bir Gogol geçti bu dünyadan…