Geçen hafta içinde iki haber dikkatimi çekti. Birincisi; muz serasında facia, ikincisi; tarımsal alanlarda yaşanan su baskınları ve hortum zararı. Zarar gören üreticilere geçmiş olsun, muz serasında hayatını kaybetmiş olanlara rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Birinci haber; tarımsal alanlarda yaşanan ve kanıksanmış birçok kazadan birisiydi aslında. Diğer kazalardan farkı ise aynı anda 4 kişinin bu kazadan etkilenmiş olması idi. Tarımsal alanlarda yaşanan kazaların büyük kısmından kimsenin haberi olmaz. Traktör kazaları, ağaçtan düşerek yaralananlar, sera çatılarından düşenler, büyükbaş hayvanların yaraladığı veya öldürdüğü kişiler, sürü peşinde giderken uçuruma düşenler… Daha aklımıza gelmeyecek kazalar.

İntansif tarımın (kabaca yoğun tarım uygulamaları olarak düşünebiliriz) en belirgin örneği olarak seracılığı düşünebiliriz. Sera üretimi yapılan ürünlerin dış etkilerden etkilenmesini engelleyerek daha çok ürün elde ederken, her dönem üretime devam etme olanağı sağlayarak üretim sezonunu uzatma amacına da hizmet eder. Peki seralar kurulurken herhangi bir plana ihtiyaç duyuyor muyuz? Kaç tane seranın statik projesi var? Muz serası olayında halatı kopan taşıma arabasının yük taşıma kapasitesi veya aşınma değerleri hesaplanmış mıdır yoksa demirci Ahmet usta ile kaynakçı Hasan usta inisiyatifine mi bırakılmıştır?

Yeni yapılan ve destekleme kapsamında yapılan seralarda proje zorunluluğu var. Statik proje için inşaat mühendisi onayına ihtiyaç duyuluyor. Fakat tarımsal yapılar bölümünden mezun olan ziraat mühendislerine sabahın olduğunu soran yok maalesef.

Sera inşaa edilirken ruhsata tabi hale getirmemiz gerekir artık. Her kafasına takılan, ‘ben iki usta bulurum, demirciden demir alırım, kafama göre tarlama sera yaparım’ kafasından ayrılmamız lazım. Yani gecekondu sera anlayışına son vermemiz gerekiyor. Başka muz seralarında yaşanacak kazaların önüne geçmemiz için kontrol ve bilimsel veriler ışığında seralar yapılmalı. Mühendislik aslında tam da bu durumlarda öne çıkıyor zaten. Oluşabilecek olumsuzlukları önceden tahmin ederek riskleri en aza indirecek çözümleri bulmak.

Doğru şehirler kurulurken şehir plancıları proje oluştururlar. Nerede yeşil alan olacak, nerede park olacak vs vs… Alanları belirlerler, ‘ne kadar nüfus burada yaşamalı?’ gibi. Tarımsal alanlar, özellikle sera alanları oluşurken planlama yapabilir miydik? Elbette yapabilirdik ama biz planlamayı sevmiyoruz. ‘Benim tarlam varsa, ister sera yaparım, ister ağaç dikerim. Kime ne?’ mantığı olan yapımız var.

Sizin bahçe yaptığınız tarlanızın yanına sera yapan komşunuz, sizin bahçenizin su basmasına neden olduğunu seraya yakın olan ağaçlarınızın yüksek sıcaktan veya kullanılan kimyasallardan olumsuz olarak etkileneceğini hiç hesap ettiniz mi?

Aksu ve Serik’te yaşanan su baskınları ne ilk oldu ne de son olacak. Neden biliyor musunuz? Şehirlerde oluşan gece kondu yapının aynısı tarımsal alanlarda var. Dere yataklarına sera yapmak, ‘yüzyıllar boyu oluşan dere yataklarını ıslah ediyoruz, köprü yapıyoruz’ diye daraltmak, su akış yönünü dik gelecek ve baraj etkisi yapacak yollar açmak daha birçok şey sayabiliriz emin olun.

Yağış rejiminde yaşanan değişiklikler herkesin dikkatini çekiyordur. Metrekareye on günde düşecek yağmur birkaç saatte düşüyor. Yani suyun toprağa geçiş miktarı azalıyor ve yüzey akış miktarı artıyor, kapattığımız veya içine attığımız sera atıkları köprü ayaklarına takıldığı ve baraj etkisi yarattığı için su kendine yeni geçiş alanları bulmaya çalışıyor ve kendi elinizle kendi seranıza zarar verdiniz.

Toplulaştırma işini hızlandıralım ve tarımsal dönüşüm projesi oluşturalım. Gelin toplulaştırmayı fırsata çevirelim.