Erman Toroğlu, 2000’lerin başında yaptığı çıkışla tarım sektörüne dikkat çekmişti ve yıllarca sürecek yanlış değerlendirmelerin fitilini ateşlemişti.

Son günlerde ise fatih Altaylı benzer bir çıkış yaparak gıda güvenliği konusuna giriş yaptı.

Her iki ismin ortak özelliği, geniş kitlelere hızlı ulaşabiliyor olması. Yaptıkları doğru veya yanlış değerlendirme toplumun hemen her kesimine hızlı bir şekilde ulaşabiliyor. Önce Erman Toroğlu ile gelen ve tartışmalar sırasında en çok gündeme gelen konu; “Salatalıkta (bilimsel olarak adı hıyar) öyle hormonlar kullanılıyor ki, Antalya’dan kasalara konulan hıyarlar İstanbul’a gelene kadar uzuyor. O nedenle hıyar yenilmez. Üreticiler kendi yiyecekleri sebzeleri başka yerlere dikerler o alanda hormon kullanmazlar’’ şeklinde idi.

Bu konuya tekrar dönmemin nedeni, yanlışı-doğruyu tekrar belirtmek. Hıyarda, yukarıdaki açıklamada geçen anlamda hormon (bitki gelişim düzenleyici BGD) kullanılmaz. Hasat edildikten sonra meyvelerde sadece olgunlaşma devam eder büyüme durur. Eğer hasat sonrası büyüme devam etse idi 5 kg olarak hasat edilen karpuz İstanbul’a gidene kadar 7 kg olması gerekmez mi idi?

Sonuçta hıyar ve karpuz akraba. O dönem için kabul edilebilir konu ise kimyasal kullanım hataları olabilir. Evet bazı üreticiler seralarında ayrı bir alan oluşturur ve kendi tüketeceği değişik sebzeleri o bölgeye eker-diker ve ilaçlamalarına daha fazla dikkat ederdi. Genel üretim konusunda ise kullanılan kimyasalların ilaçlama ve hasat aralığına dikkat edenler elbette vardı. Fakat her sektörde olduğu gibi tarımsal üretimde de çürükler vardı olmaya devam edecek.

Fatih Altaylı konusuna gelince konu daha farklı boyutta ve daha dikkat edilmesi gereken konuları barındırıyor. ‘’İhraç edilmek üzere gönderilen tarım ürünleri gönderildiği ülkelerden geri geliyor ve iç pazarda satılmaya devam ediyor.‘’ 

Haklılık payı var mı? Kısmen.

Bazı ülkeler gümrükten araçları geri gönderirken bazı kalıntı problemi olan ürünleri imha edebiliyor. Burada asıl tartışma konusu kalıntı problemi. İhraç edeceğimiz ülkelerin tarım ürünlerinde kullanılan kimyasalların miktarlarının kendi standartlarına uygun olup olmadığını kontrol etme sistemi diyebiliriz. Herhangi bir etken madde, kalıntı oranı bir ülkede örnek 1 iken bir başka ülkede 0,5 değerinde olabiliyor. Eğer ihracat yaptığınız ülkedeki sınır değerlerin üzerinde veya kullanılması yasaklanmış bir kimyasal tespiti yapılırsa o ürün ülkeye sokulmaz, fakat başka bir ülkeye satılabilir anlamı çıkarılabilir. Bu kısım ülkelerin kendi vatandaşlarına verdiği değerle alakalı olarak değerlendirilebilir. Bizde ki asıl sorun ihraç edilecek ürünleri gideceği ülkeye göre doğru örnekleme yapılıp, doğru analizlerin yapılıp yapılmadığı olmalı. Eğer ülkenin kabul ettiği değerler içinde kalan bir bilimsel değerlendirme yapıldı ise ihraç edilebilir. Fakat her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe olan çürük yumurtalar burada devreye girerek yanıltıcı örnekler üzerinden analiz yapılmasını sağlıyor olabilir mi? Pek tabii olabilir veya oluyor demek gerekir. Sorun da asıl buradan çıkıyor. Ne kadar kimyasal kullandığımızdan çok daha önemlisi doğru ilaçlama programı yapıyor muyuz, ilaçlama ile hasat sürelerine dikkat ediyor muyuz?

Yönetmelikler ve kanunları bu kadar katı yazıp nasıl oluyor da uygulama ve denetleme konusunda bu kadar kötü olabiliyoruz? Bence bu konuyu tartışıp çözmeliyiz. Aslında her iki şahsın da haklı olan kısımları var ve biz sektör paydaşlarının yaptıkları onların haklı olan kısımları. Bu mantık ve bakış açısı ile birkaç yıl sonra yeni bir gazeteci çıkar ve bu konuları tekrar gündeme getirir.