Şiddet, yalnızca fiziksel bir saldırı değil; aynı zamanda duygusal, psikolojik ve ekonomik bir sömürü biçimidir. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya genelinde kadınların yaklaşık yüzde 35’i yaşamları boyunca fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddete maruz kalıyor.

Kadına yönelik şiddet, tarih boyunca var olan bir olgu. Cinsiyet temelli şiddet, sosyo-kültürel değerler, toplumsal normlar ve ekonomik faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkıyor. Kadınların erkeklere kıyasla daha zayıf bir konumda olmasını normalleştiren patriarkal yapılar, şiddetin meşrulaşmasında önemli bir rol oynuyor. Bu bağlamda, kadın cinayetleri, aile içi şiddet ve cinsel taciz gibi durumlar, köklü sosyal sorunların birer yansıması olarak karşımıza çıkıyor.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya genelinde kadınların yaklaşık yüzde 35’i yaşamları boyunca fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Bu durum; kadınların sağlık, güvenlik ve toplumsal katılım haklarını da büyük ölçüde etkiliyor. Şiddet mağduru kadınlar, sadece fiziksel zararlar değil, aynı zamanda psikolojik etkiler, sosyo-ekonomik kayıplar ve toplumsal dışlanma gibi farklı sonuçlarla da karşı karşıya geliyor. Devamında ise her yıl binlerce kadın, şiddetin kurbanı olarak hayatlarını kaybediyor.

Kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en acı, yüreğimizi burkan bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Her yıl yüzlerce yaşam, bir erkeğin insiyatifine kurban giderken, sayısız kadın hayatlarının en güzel yıllarını korku ve hüzünle geçirmek zorunda kalıyor. Bu cinayetler, toplumun kayıtsızlığı ve duyarsızlığı karşısında sessiz çığlıklar olarak belirirken, çoğu zaman faillerin cezasız kalması, adaletin tecellisinin ne denli uzakta olduğunu her defasında yeniden gözler önüne seriyor.

Kadına yönelik şiddet, sadece kadın yaşamını değil, aynı zamanda toplumumuzun en temel değerlerini tehdit eden, derin ve sarsıcı bir yara. Günümüzde, birçok kadın varlıklarının temel taşları olan eşit haklara sahip olmalarına rağmen, fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddetin koyu bir gölgesinde yaşamaya mahkum ediliyor. Her gün, bu korkunç gerçeklikle yüzleşen kadınların yaşadığı acı, sadece onların hayatlarını değil, aynı zamanda ailelerini, çocuklarını ve dolayısıyla tüm toplumu iliklerine kadar sarıyor. Kadınların maruz kaldığı şiddet, toplumda bir kriz halini alırken, bu krizin yankıları nesiller boyu sürüyor ve toplumsal dinamikleri derinden bozacak şekilde yayılarak devam ediyor.

Şiddet, yalnızca fiziksel bir saldırı değil; aynı zamanda duygusal, psikolojik ve ekonomik bir sömürü biçimidir. Bu sömürü, kadınların yaşamda etkin bir şekilde yer almasının önüne geçerken, bireyleri kendi potansiyellerini gerçekleştirme hakkından mahrum bırakıyor. Kadınların maruz kaldıkları her bir şiddet biçimi özgüvenlerini zedeliyor, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştiriyor. Bu döngüyü kırmanın yolunun, özgürlük, eşitlik, adalet ve bilinç üzerine inşa edilmiş bir toplum oluşturmak olduğuna inanıyorum.

Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin önlenmesi, yalnızca politikaların geliştirilmesi ile değil, aynı zamanda köklü bir kültürel değişimle mümkün olacak. Kadınların haklarına saygı gösteren, onların yanında durmaya cesaret eden bir toplum yaratmanın başta kadınlar olmak üzere tüm insanlık için daha iyi bir gelecek inşa edeceği aşikâr.

Herkesin eşit olduğu, kadınların; sokaklarda öldürülmediği, kapalı kapılar arkasında şiddete maruz kalmadı, bir erkeğin ilgisine karşılık vermedi diye hayattan koparılmadığı, sesi duyulmadığı için yok sayılmadığı, hayallerinin peşinden koşarken korkmadığı günlere ihtiyacımız var. Eşitliğin ve adaletin hüküm sürdüğü, herkesin kendi kimliğiyle, inancıyla ve tercihleriyle özgürce yaşayabildiği bir dünya hayal ediyoruz. Kadınların; sadece var oldukları için değerli olduğu, hiçbir ayrımın ve baskının olmadığı bir yaşam, toplumun her kesiminin eşit haklara sahip olduğu, haklarının korunduğu ve kimsenin başka birine zarar verme gücüne sahip olmadığı bir dünya. Çocukların sokaklarda oynarken güvende olduğu, kadınların evlerinden dışarı çıktıklarında korku duymadığı, herkesin hayatını istediği gibi yaşamaya cesaret edebildiği bir gelecek, hepimizin eşit olduğu günler…