“Gezdim Halep ile Şam’ı, eyledim ilmi talep. Meğer ilim bir hiç imiş, illa edep, illa edep” Türk mutasavvıf Yunus Emre yukarıdaki sözleri dile getirirken neyi anlamamızı istedi?
13. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya gözlerini açan şair, mutasavvıf, gezgin, derviş Yunus Emre, edep derken bizden ne bekledi? İlim arayışı için pek çok coğrafya gezdi durdu. Peki neye dayanarak ilmi geri planda tutup önce edep dedi?
Edep kavramı, yalnızca bir ahlak duruşu değil, aynı zamanda insanın kendisiyle, çevresiyle ve Tanrı’yla olan ilişkisini de derinlemesine şekillendiren bir olgudur. İslam kültürü bağlamında edep, kişinin ruhsal olgunluğunu artırdığı gibi, toplumsal bağları kuvvetlendirir. İşte Yunus Emre, ilmin yanı sıra edebin de önemine dikkat çekerek, bireylerin ahlaki değerlerle donanmadıkça elde ettikleri bilginin ne denli yetersiz kalabileceğini aktarmaktadır. Özellikle, toplumun ortak değerlerine ve ihtiyaçlarına öğretici bir ilim anlayışıyla yaklaşmanın gerekliliğini vurgulamaktadır.
Türk mutasavvıf Yunus Emre, yukarıdaki dizelerinde ilim arayışı için diyar diyar gezdikten sonra, ilmin yalnızca akademik bilgiden ibaret olmadığını fark etmiş olabilir miydi? İlim ve bilimin toplum yararına kullanılması gerektiğini fark etmiş olacak ki bunu sözlerle ifade etti. İlim yalnızca edinilen bilgi miydi? Fikrimce ilmi öğrenen; bildiklerini toplumun etik değerlini, ahlaki yapısını dikkate alarak, toplumun ortak ihtiyaçlarını gidermek amacıyla kullanmadığı takdirde değer göremeyebilir.
Yunus Emre, yaşamı boyunca birçok coğrafyayı dolaşarak, derin bir gözlemci olarak insan ruhunu ve toplumun manevi değerlerini incelemiş ve ardından “Gezdim Halep ile Şam’ı, eyledim ilmi talep. Meğer ilim bir hiç imiş, illa edep, illa edep” diyerek bizlerden ne istediğini açıkça özetlemiştir. Burada Yunus Emre’nin edebin, ilimden çok daha önde geldiğini vurgulaması, insanın varoluş amacına dair derin bir sorgulamayı beraberinde getirir. Acaba ilim, bireyler arasında bir ölçü olmanın ötesinde, insanın şahsi ve sosyal sorumluluklarıyla nasıl bağlantılıdır?
Yunus Emre’nin ilim anlayışı, dünyaya dair bilgi edinirken, ruhsal bir derinlik ve ahlaki bir sorumluluk taşımak gerektiği gerçeğine dayanıyor olabilir. İlmin soğuk ve mekanik bir bilgi yükünden öte, ruhu besleyen bir ışık olması gerektiğini savunmuştur. Gerçek ilim, insanın ruhunu ve vicdanını aydınlatan bir rehber olarak ortaya çıkmalıdır. Elde edilen bilgilere ve kazanılan deneyimlere, paylaşım ve empati temeliyle toplumsal bir değer kazandırmak esastır.
Burada önemli bir soru daha gündeme gelmektedir: İlmi bilgiye sahip olmanın sorumluluğu nedir? Bu noktada, bilgiye ulaşan bireylerin yalnızca kendi çıkarlarını düşünmemesi, elde ettikleri ilimle insanlığa hizmet etmeleri gerektiği ortaya çıkar. Bilgi ve ilim, birer araç niteliğinde iken; onları nasıl kullanacağımız, nihai anlamda edebi ve ahlaki bir tercihi beraberinde getirir.
Örnek vermek gerekirse, Albert Einstein gibi bir dehanın, ruhunu ve zihnini atom bombası gibi yıkıcı bir güç için kullanmanın ahlaki sonuçları üzerine sahip olduğu derin düşünceler, bu durumun somut bir yansımasıdır. Bilgisini, insanlığın barışı ve huzuru için kullanmayı seçseydi, belki de tarihin seyrini değiştirebilirdi. İşte bu nedenle, Yunus Emre’nin mesajı, bilginin değil, bilginin nasıl kullanıldığının daha önemli olduğunu vurgulamakta; ilmin yalnızca kafalarda birikim değil, kalplerde bir ışıma, toplumsal yaşamda ise bir dönüşüm yaratması gerektiğini ifade etmektedir.
Sonuç olarak, Yunus Emre’nin özünde taşıdığı mesaj, bireylere ilim yolu ile bir yolculuk yaparken, bu sürecin eğitimin yanı sıra insani ve ahlaki bir olgunlukla desteklenmesi gerektiğidir. Edep, insanlığımızın en derin katmanlarını kavrayabilme yeteneğidir. Bilgi, bu derinliklerin aydınlatıcısı olmalı fakat asla onun yerini almamalıdır. Çünkü gerçek anlamda bir insan, öğrendiklerini uygularken edep, kimlik ve toplumsal duyarlılıkla hareket eden, bilgiye hayat veren bireydir. Bir toplum, bireylerin sahip olduğu bu değerler üzerinden yükselebilir ve gerçek anlamda aydınlanabilir.
Bu bağlamda, her bireyin kendine sorması gereken en önemli sorular arasında; "Ben bilgiye ne amaçla ulaşıyorum?", "Bu bilgiyi nasıl kullanıyorum?", "Toplumuma ve çevreme yarar mı sağlıyorum?" gibi sorular yer almalıdır. Ancak bu sorulara verilecek samimi yanıtlar, bireysel ve toplumsal gelişimin kapılarını aralayabilir. Bana göre Yunus Emre’nin özdeyişleri, bizlere yalnızca birer ipucu değil, hayat yolculuğunda birer rehber niteliğindedir.