Seyfi, 1 Ekim 1932’de, Trabzon’da, Selvi ve Mehmet Dursun çiftinin yedi çocuğundan altıncısı olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona ‘Seyfettin’ adını vermişti. Aslında soyadları ‘Tursun’du ancak sonradan ‘Dursun’ olmuştu. ‘Gerçek adım Seyfettin Dursun. Kömürcü adı gibi diye değiştirdim. Seyfi Dursunoğlu yaptık. Gerçi bu sefer de kasap adı gibi oldu.’ diye anlatıyordu adını buluşunu. 16 yaşındayken ailenin altıncı çocuğu dünyaya gelene dek ailede el bebek gül bebek büyütüldü. ‘O olunca değerin gün be gün azalmaya başladı.’ diyordu. Trabzon’da, Yenicuma Mahallesi’nde taşlıklı, kalabalık bir evde geçti çocukluğu. Manzaralı, güzel bir evdi burası ancak sokağa çıkmak yasaktı. Sadece pencereden uçurtma uçurabilir ya da taşlıkta oynayabilirdi. Bu evde, herkes her istediğini yapamazdı. Kuralları, katı bir disiplini olan bir evdi. Seyfi Dursunoğlu bir röportajında, ‘… Çok mutlu değil çocukluğum, çünkü en büyük ablama teslim edilmişim. Çocuk üzerine egzersiz yapsın diye herhalde. Bütün işlerime o bakardı ama o da çocuk sayılırdı. Ben 4 yaşındayken o da 12-13 yaşlarında falandı.’ diye anlatıyordu ablasının kendisine annelik edişini. Babası Mehmet Bey, ticaretle uğraşıyordu. Hafızlığını da 9 yaşında almıştı. Seyfi’nin çocuk yaşlarında İstanbul’a bir iş kurmak için gitmişti. Ve İstanbul’a ailecek taşındıklarında henüz 6 yaşlarındaydı. Vefa’da bir ev buldular. Burada bir süre yaşadıktan sonra Beylerbeyi’nden bir ev alıp oraya taşındılar. Mehmet Bey, bu semti özellikle daha mutaassıp olduğundan tercih etmişti. Hatta komisyoncu biri yalı olmak üzere iki ev göstermişti de, Mehmet Bey camiye yakın olduğundan evi tercih etmişti. Seyfi Dursunoğlu çocukluğu için belki tamamen mutlu diyemiyordu ama nihayetinde güzel anıları da vardı. Seyfi Dursunoğlu, kardeşleri arasında çocukluğu en iyi geçenlerden biri olarak görüyordu yine de kendini. Mesela abileri çok okumadı diye babası, onu dönemin iyi okullarından biri olan Fecri Ati Lisesi’ne göndermişti. (Arnavutköy – Bebek arasındaki bu okulun adı sonradan Boğaziçi Lisesi oldu.) Paralı bir okuldu burası ve Seyfi, ilk ve ortaokulu burada tamamladı. Bu okulda Zeki Müren ile arkadaştı. Ancak Seyfi ortaokuldayken Müren lisedeydi ve okul müdürünün ortaokul ve liselilerin görüşmesine getirdiği yasakla pek güçlü bir arkadaşlık kuramamışlardı. Seyfi’nin liseye geçeceği dönemde ablası bir subayla evlenmişti. Biraz tutumluydu. Babasına, ‘Para verip okutacağına orada okutalım. Hem yakışıklı da, deniz subayı olsun.’ diye teklif etmişti Seyfi için. Geçinemiyordu. Parasızlık git gide daha da rahatsız ediyordu. İkinci bir iş arar oldu. Akşamları terzilik yapmaya başlamıştı. Sosyal Sigortalardan çıkıyor, akşam terzinin yanına gidiyor, orada bir müddet çalıştıktan sonra kalanını eve götürüyordu. Evde yediği hızlı bir yemeğin ardından tepesinde bir küçük ışık ile parça başı boncuk işliyordu. Ertesi gün gözleri şişmiş bir halde yeni günün döngüsü başlıyordu. Çalışmaktan gocunmuyor, bir yandan da para biriktiriyordu. Hatta bir dönem küçük çapta tefecilik de yapmıştı. Biriktirdiği paradan memur arkadaşlarına faizle borç veriyordu. Seyfi, arada ekstra para kazanmak için Ramazan eğlencelerinde sahneye çıkıp kantolar söylüyordu. Bir gün onu seyredenler arasında Muzaffer Hepgüler ve karısı da vardı. Öyle çok beğenmişti ki, Kulüp 12’ye gidip, ‘Bütün kadroyu çıkarın. Bir çocuk var, öyle kantolar yapıyor, öyle şarkılar söylüyor ki, görmeniz lazım.’ Demişti. Böylece Kulüp 12’de işe başladı. Huysuzluğa gelince, ‘Bunun ilk adımını Günay Bey attı.’ diye anlatıyordu Huysuz Virjin’in macerasını Seyfi Dursunoğlu. Kulüp 12’de çalışıyordu. Orada tanışıp ahbap oldukları dostları geniş bir arkadaş grubu olarak çıkıp gelmişlerdi. Seyfi sahnedeyken, dostların da keyfi yerindeydi. Seyfi Dursunoğlu, KOAH hastasıydı. Son 15 gündür İstanbul Altunizade Acıbadem Hastanesi’nde tedavi görüyordu. Ancak 17 Temmuz’da bedeni devam edemedi. Seyfi Dursunoğlu, 16.45’te hayata gözlerini kapadı. Cenazesi yarın (20 Temmuz) öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.