Bugün sizi bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. Günümüzde bilgi edinmek için çoğunlukla dijital teknolojileri kullanıyoruz. Öyle ki araştırmalar basılı dergilerin ve gazetelerin gün geçtikçe daha az okunduğunu gösteriyor. Diğer taraftan e-kitaplar ve sesli kitaplar giderek yaygınlaşıyor. Ancak yakın zamanlara kadar bilgi aktarımı için kullanılan en etkili ve kalıcı yol bir kâğıt üzerine yazılan yazılardı. Kâğıdın henüz icat edilmediği eski çağlarda insanlar mağara duvarlarına semboller ve resimler çiziyorlardı. Yine aynı amaçla zaman içerisinde taşlar, ağaç kabukları, metal levhalar ve hayvan kemikleri de kullanıldı. 5.000 yıl önce ilk yazılı metinler ise Mezopotamya’da kil tabletler üzerine kazındı. Ancak ağaç kabuğu gibi bazı malzemelerin kısa sürede çürümesi, bazı malzemelere istenilen şeklin verilememesi, çoğunun kolayca işlenememesi ve ağırlıktan dolayı taşınamaması insanları daha hafif ve daha elverişli malzemeler aramaya itti. Çin’de insanlar yazı yazmak için daha hafif malzemeler olan ipek kumaşları ve bambu kamışlarını kullanıyordu. Bambu kamışlarının dik bir şekilde kesilmesi, Çin yazısının dikine yazılmasına neden oldu. Mısırlılar papirüs rulolarının üzerine yazı yazdılar. Papirüs ruloları, papirüs bitkisinin gövdesinin iç kısmında bulunan süngerimsi bölümden yapılıyordu. Bu bölüm çıkarıldıktan sonra ince şeritler şeklinde kesiliyor ve bu şeritler üst üste getirilerek kurutuluyordu. Diğer yandan kâğıdın birçok Batı dilindeki karşılığı olan kelimeler de, örneğin İngilizce paper ve Almanca papier, papirüse dayanıyor.
PARŞÖMEN
Avrupa’da yazı yazmak için daha çok hayvan derilerinden elde edilen ve parşömen olarak adlandırılan malzeme kullanılıyordu. Bunun için hayvan derileri kirece yatırılıyor kıllardan, et ve yağ parçalarından arındırıldıktan sonra yıkanıyordu. Ardından bir zemin üzerine gerilen deri kazınarak inceltiliyor ve güneşte kurumaya bırakılıyordu. Kağıda dair en eski kalıntılar Tibet’te bulunsa da milattan önce 2. yüzyıla tarihlendirilen bu kâğıt parçalarının kim tarafından yapıldığı belli değil. Bu nedenle MS 105 yılında kendi kâğıt yapma tekniğini geliştiren Çinli saray görevlisi Ts’ai Lun birçok kaynakta kâğıdın mucidi olarak anılıyor. Ts’ai Lun’un icat ettiği kâğıt yapım tekniğinde önce dut ağacının kabuğu küllü su ile kaynatılıyor, dövülüyor ve hamur hâline gelene kadar yoğruluyordu. Ardından hamur, kalburun üzerine yayılıyor ve sıkıştırılarak içindeki su süzüldükten sonra kurutuluyordu.
DÜNYAYA YAYILDI
Kâğıdın Çin’de kullanılmaya başlamasıyla birlikte zaman içerisinde kâğıt yapım tekniği önce Japonya, Kore ve Vietnam gibi Çin’in etrafındaki ülkelere yayıldı. Müslümanlar 751 yılında Talas Savaşı’nda Çin ordusuyla mücadele sırasında İslam coğrafyasına getirilen ustalar sayesinde kâğıt yapımını öğrendiler. Başta Bağdat olmak üzere birçok şehirde kâğıt üretilmeye başlandı. Müslümanlar kâğıt yapımı için kenevir ve keten kullandılar. Doğudan batıya doğru kullanımı yaygınlaşan kâğıt o dönemde Müslümanların kontrolü altında olan İspanya ve Portekiz’e yani Avrupa kıtasına da ulaştı. 1120 yılında İspanya’nın Valencia şehrinde ilk kez bir kâğıt fabrikası kuruldu. Ardından kâğıt üretimi başta İtalya, Almanya ve İngiltere olmak üzere tüm Avrupa’ya yayıldı.
KAĞIT MAKİNESİ
Genç bir Fransız öğrenci olan Nicholas Robert kâğıt yapım hızını artırmak ve maliyetini azaltmak için deneysel çalışmalar yapıyordu. 1789 yılında Robert ve Londralı Fourdrinier kardeşler ilk kâğıt makinesini geliştirdi. Ts’ai Lun’dan günümüzde kâğıt yapım tekniği çok fazla değişmedi. Bitki lifleri bugün de hamur hâline getiriliyor, sonra nemli bir tabaka elde etmek için süzgeçten geçiriliyor ve ardından preslenip kurutuluyor. Temel fark günümüzde bu işler makineler kullanılarak yapılıyor. Ayrıca birçok ülkede doğayı korumak ve israfı önlemek adına kâğıt geri dönüşümünü teşvik eden uygulamalar yapılıyor.