Her dağın, her düzlüğün ardında yaşanmış bir öykü bulunur. Antalya’daki öyküler de bir çoktur.
Kıl çadırlardan yaylara uzanan Yörüklerin ruhunda saklı öyküler, bazen gün yüzüne çıkar bazense tarihin tozlu sayfalarında keşfedilmeyi bekler.
Yörüklerin yaşamlarıyla sıcakkanlılığın ve dayanışmanın somut bir örneği olmaya devam ediyor.
Toros Dağlarından yükselip esen yel, Yörüklerin sıcaklığını getirir insanın ruhuna, onların doğasında, yaşam mücadelesine tanıklık etmek gerekir.
Yaylaya çıkıldığında kuzuların sesleriyle, kıl çadırların, pişmiş yeni yufka ekmek kokusuyla yer sofrasından paylaşılan bir tas ayranla karşılanmak gibisi yoktur. O misafirlere özeniyorum arada.
Yörüklerin yaşamı, göçebe kültürünün o daima dinamiklerini yaşatmaları, geçmişten günümüze uzanan bu kültür, Antalya’nın kimliğini oluşturan temel taşlardan birisidir. Göç yolu boyunca kurulan arkadaşlıkların, paylaşılan öyküler ve zorluğa karşı birleşen eller, Yörüklerin yaşam felsefesinin özeti gibi duruyor.
Eskilerden söylenen türküler vardır dillerinde, o dağları aşan, yüreklere dokunan o türküleri dinlemek bile kişide bir şeyleri devinim ettirir.
Yörük pazarlarında dolanıp birkaç parça bir şey almak bile geçmişin izine dokunmak gibi oluyor ben de, onlarla konuşarak anlamak, köklere inmek… Onların gözünde yalnızca parasal anlamda bir şey yok, ruhlarındaki o sevgiyi de görmek gerekiyor.
Yörüklerin yüzyıllar süren gezginliklerinin sonunda geldiğimizi düşünüyorum, onların yaşamsal açıdan zorlandıkları bir gerçek. Günümüzde artık çok az Yörük kaldı, öyle konargöçer eder. Toros Dağları’nda onları görmek bile mutlu olmak için yeterli bana kalırsa.
Yörükler göç etmedi mi bir kültür bitmiş demektir…