Bayram yaklaşınca Antalya’da başka bir telaş başlıyor. Şehirde yaşayan herkes bir yerlere gitmenin, gitmiyorsa da en azından bir hazırlık yapmanın derdine düşüyor. Bir yanda sahile akın edenler, diğer yanda yaylalara çıkanlar... Ve tabii bir de Antalya'nın yerlileri! Onlar için bayram, biraz daha farklı geçiyor.
Antalya’nın yerlileri bayramda şehri büyük ölçüde terk ediyor. Onlar için bayram, sahilde değil, serin yaylalarda geçmeli. Sıcak şehirde kalmak, kalabalığın içinde kaybolmak yerine, Torosların yeşilliğinde nefes almak en güzeli. Sabah erkenden arabalar yükleniyor, yiyecekler hazırlanıyor ve yaylaya doğru yola çıkılıyor. Birkaç saat sonra şehrin gürültüsünden uzak, mis gibi çam kokuları arasında bayramın tadını çıkarıyorlar.
Yaylaya çıkmayanlar da var elbette. Kimisi memleket yollarına düşüyor, kimisi de şehirde kalıyor ama onların da planı belli: Sahile inmek! Tatilcilerle dolup taşan Konyaaltı ve Lara sahilleri, yerli halkın da uğrak noktası oluyor. Sabahın erken saatlerinde en güzel yer kapılıyor, öğlene kadar deniz keyfi yapılıyor. Güneş yakıcı hale gelince ya eve dönüş ya da gölgelik bir yerde piknik başlıyor.
Ben ise bu bayram göçü karşısında her seferinde aynı şaşkınlığı yaşıyorum. Antalya’da yıllardır burada yaşayan biri olarak bu manzaraya fazlasıyla aşinayım. Her bayram öncesi şehirden kaçan komşular, iş arkadaşları, esnaf... Önce “Bayramda buralarda mısınız?” sorusuyla başlayan sohbetler, kısa sürede “Biz yaylaya çıkıyoruz” ya da “Memlekete gidiyoruz” cümleleriyle son buluyor.
Bayramın ilk günü şehir biraz sessizleşse de, turistler ve sahil kaçamaklıları sayesinde hareketlilik devam ediyor. Turizm sezonunun en yoğun zamanlarından biri olduğundan, otellerde yer bulmak imkânsız. Plajlar, çarşılar, restoranlar dolup taşıyor. Antalya’nın yerlisi olmamama rağmen bu yoğunluğu hissediyor, ister istemez o göç dalgasına kapılıp ben de “Acaba bir yerlere mi gitsem?” diye düşünüyorum.
Şehirde kalanlar için bayram, aslında bir fırsat da olabiliyor. Trafik biraz daha rahatlıyor, marketlerde alışveriş sırası kısalıyor, genellikle kalabalık olan mekânlar nispeten daha sakinleşiyor. Tabii akşam saatlerine doğru, yayladan ve sahilden dönenler sayesinde şehir tekrar hareketlenmeye başlıyor. Gün batımıyla birlikte sahildeki kalabalık artıyor, caddelerde bayram ziyaretinden dönen ailelerin neşeli sohbetleri yükseliyor.
Bir de bayramda misafir ağırlama telaşı var tabii. Antalya'da yaşayan ama memleketi başka şehirde olanlar için bayram, uzaktan gelen akrabaları ağırlamakla geçiyor. Büyük sofralar kuruluyor, bayram şekerleri hazırlanıyor, çocuklar heyecanla harçlıklarını sayıyor. Şehir dışından gelenler genellikle deniz keyfi yapmak için sabırsızlanırken, Antalyalılar misafirlerini en güzel yerlere götürme çabasında oluyor.
Bayramın ikinci ve üçüncü günleri Antalya’da deniz ve yayla dengesi tam anlamıyla kendini gösteriyor. Gün içinde deniz kenarında vakit geçirenler, akşamüstü serinlemek için yaylaya kaçıyor. Hem tatilciler hem de yerli halk için Antalya, iki farklı iklimin bir arada yaşandığı nadir yerlerden biri olma özelliğini bayramda daha da güçlü şekilde hissettiriyor.
Bayramın son gününe gelindiğinde, dönüş telaşı başlıyor. Yayladan dönenler, sahildeki son günlerini değerlendirenler, şehir dışına gidip geri dönenler… Antalya, bayramın ilk günündeki sessizliğinden çıkıp tekrar eski kalabalığına kavuşuyor.
Sonuç olarak, Antalya’da bayram demek bir yerden bir yere gitmek, deniz ile yayla arasında mekik dokumak, şehir dışına kaçmak ya da gelen misafirleri ağırlamak demek. Bu şehirde her bayram aynı manzarayla karşılaşıyorum, ama her seferinde yine şaşırıyor, yine gülümsüyorum. Bayramlar, Antalya’da hep hareketli, hep sıcak ve hep dolu dolu yaşanıyor.