Ulu Cami; Çifte Minareli Medreseden çıkınca hemen yanında bulunan Ulu Camiye girdim.

Bu muhteşem cami, 1179 yılında Saltuk oğullarından Melik Nasirüddin Muhammed zamanında yapılmış olup cami Erzurum’un en eski camisi olma özelliği yanında 2100 metrekare alanıyla en büyük camisi olma özelliğine de sahiptir. Değişik dönemlerde bakım ve onarım gören caminin orijinal özellikleri korunmaya çalışılmış olmalı ki, Anadolu’da gördüğüm Selçuklu ve öncesindeki beylikler döneminin mimari özelliklerini taşıyor. Caminin ortasında ahşap ayaklar arasında yanlarına göre geniş bir alan (orta nef) ve yanlarında da ortaya göre daha dar üçerden altı alan (altı nef) bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı camide uzun kenar 50 metreyi geçtiği için nefler yan yana dizilmiş yollar gibi uzayıp gidiyor. Caminin 26 metre yüksekliğindeki tek minaresine ise cami içinden çıkılmaktadır.

Erzurum Kalesi şehre hakim bir noktada bulunan Erzurum Kalesi bir iç kale ile bunu çevreleyen surlardan oluşmaktadır. Kalenin tarihi Urartulara (MÖ 900-MÖ 600) kadar götürülürse de bugünkü şehrin MS 415-422 arasında Bizans İmparatoru Theodosias tarafından kurulduğu ve etrafının surlarla çevrilmesinin de 500 yıllarından itibaren başlayıp şehir geliştikçe dış surların eklendiği düşünülmektedir. Persler, Sasaniler, Bizans, Moğol İlhanlılar, Saltuklular, Selçuklular, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlıların yönetiminde kalan kaleye her devlet bir şeyler eklemiş veya kaldırmış olup kullanım amacı da devletten devlete değişiklik göstermiştir. Onun için iç kalenin içinde pek çok yapıdan söz edilse de bugün sadece Kale Mescidi ve Tepsi Minare kalmıştır.Oldukça sağlam ve görkemli bir görünüş sergileyerek ayakta duran Kalenin Ulu camiye bakan tarafında cadde ile kale arasında genişçe ve oldukça güzel düzenlenmiş olan park ve caddenin karşı tarafında Ulu Cami, Çifte Minareli Medrese, Narmanlı Cami ile kümbetler bölgeye bir açık hava müzesi görünümü vermektedir. Kale parkta yaşam çok canlı ve kalabalıktı. Ama hava kararmaya başlayınca yine geldiğim yoldan otele döndüm. Ertesi gün sabah erkenden kalkıp sırt çantamı resepsiyona teslim ederek otelden çıkışımı yaptırıp saat 08.00’de çıktım sokağa. Ayaz Paşa Caddesinde ilerleyerek önce Ayaz Paşa Camisine vardım. Ayaz Paşa Camisi 1558-1560 yılları arasında Erzurum Valiliği yapan Ayaz Paşa tarafından yaptırılmış, Osmanlı mimari özellikleri taşıyan bir cami. Bu cami, 93 Harbinde Rus işgaline karşı halkı isyana çağıran ilk ezanın buradan okunması ile de tanınıyor. Bu camideki ahşap işçiliğine hayran kaldım. Ahşabın en güzel hali diyebilirim. Fakat ahşabın 500 sene bu kadar tazeliğini korumasına da ihtimal vermediğim için sonradan bakım ve ilaveler yapıldığını düşünüyorum. Kurşunlu Cami ve Medresesi, caddeden epeyce içeride ve harabeye dönmüş yapıların bulunduğu bir sokaktaydı. Şeyhülislam Feyzullah Efendinin 1701 yılında yaptırdığı medrese camisiyle birlikte bir külliye oluşturmaktadır. Cami kalenin eteğinde harap bir mahallede olup yakınında bir hamam da var ama kapalıydı. Fevziye Cami ve Medresesi Ayaz Paşa Caddesinin sonlarındaydı. Pervizoğlu Hacı Mehmet Efendi tarafından 1716 yılında yaptırılan cami bitişiğindeki merese ile birlikte bir külliye oluşturmaktadır. Küçük ama estetik açıda çok güzel bir camidir. Zaten Anadolu’daki bu camilere bu tarihi tadı veren de bu estetik değil mi? Mimari özelliği işlevinin önüne geçen bu eserler bir Anadolu türküsü gibi.

 Türkü vardır

Bazen yakıp kavuran

Bazen kökünden söküp savuran!

Bazen barış

Bazen savaşa çağrıştıran.

Bazen bir akşam serinliği

Bazen bir meltem

Bazen bir seher yeli

Çiçekleri okşayan.

Bazen acı poyraz

Okuduğun türkü

Seni okuyan

Bakarsın baharın tatlı dili

Türkü seni, seninle konuşan

Sevgi gibi, sevinç gibi

Kaplar insanın içini

Anadolu’da türkü

İnsana yaşama sevinci.