Bu gezimde en çok merak ettiğim şeylerden birisi de Erzurum Karayazı arasındaki bu yeni yol ve yolculuğun 180 km’de 120 km’ye ve sürenin de dört-beş saatten iki saate düşmüş olmasıydı. Karayazıya giden yolları, taşıtları ve bugünkü Karayazı’yı çok merak ediyordum. Çünkü aklıma hep benim yaşadığım Karayazı ve yolculuklarım geliyordu.

Şimdi bir veya iki günlük gittiğim için herhangi bir şey almam veya düşünmem gerekmiyor, hiçbir şeye ihtiyacım yok. Ama o zamanlar her ne kadar bir bilinmeze gidiyorsam da ilçede ihtiyaçlarımı karşılayabileceğimi düşünüyordum. Fakat Taş Mağazalarında saat almak için girdiğim bir dükkân sahibi “Karayazı’da hiçbir şey bulamazsın, üç bakkal ve üç kahve vardır” dedi ve bir radyo almamı önerdi. Olayın bundan sonrasını “Ölümün Pençesinde Dört Yolcu” adlı anı kitabımda şöyle anlatmışım.

“İlk maaşımı alınca ilk işim, saatsiz öğretmen olmaz düşüncesiyle160 liraya kendime bir kol saati almak olmuştu. Böylece 385 lira olan maaşımda 245 lira kalmıştı ki, adam beni bir de radyo almam konusunda ikna etti.

“Gittiğin köyde kahve yok, bakkal yok, Türkçe konuşan yok, onun için bu radyo senin en iyi arkadaşın olacak. Ayda 100 lira taksitle ödersin” dedi.

İşte beni böyle gaza getirince 700 liraya aldığım radyonun ilk taksiti olarak 100 lirayı da verince 145 liram kalmıştı. Öğrencilik döneminde aylık on beş yirmi lira harçlıkla idare ettiğimiz için 145 lirayı büyük para gibi görüyordum, ama sıradan bir kol saati bile etmiyordu. Fakat kendimi çok iyi hissettiriyordu.

Yani kolumda saatim, elimde çanta radyom, kendimi şimdi daha farklı bir konumda görmeye başlamıştım. Çünkü o zamanlar radyo ve saat sahibi olmak büyük bir farklılıktı. Doğruca otele gittim. Otelin önünde müşteri bekleyen bir faytoncuya:

“Karayazı-Hınıs yazıhanesi nerededir” diye sordum.

Faytoncu, “Kars kapısı tarafında bir otelin altındadır” dedi. Yataklarımı atıp beni oraya götürmesini söyledim.