Öncelikle herkese Ankara'da, bir Antalyalıdan selamlar!..

Her insanın bir yaşam öyküsü vardır, bunun ne kadarını kendisi, ne kadarını da dostları ve sevenleri ile birlikte yazar, düşünsek mi?

Elbetteki kişi, öncelikle kendi başarısının önemli bölümlerini kendisi yazar ve dizer; ancak öykünün bölümleri çoğaldıkça, kapsama alanı genişledikçe içine çok farklı şeyler girmeye başlar.

Güven, yaşamda çok önemli bir olaydır ve bu kişinin kendisinde oluşmalıdır, zamanla bu temelin üstüne elbette ki dostlarının ve sevenlerinin de bir tuğla koyması, yapıyı güzelleştirecektir.

Atatürk'ün dediği gibi, "Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun"!..

Yaşam herkese öyle altın tepside sunulan bir şey değildir, zorluğu da vardır, kötü şeyler ile de karşılaşılır, umutsuz da kalınır ama yine Atamızın sözleri ile devam edersek, böyle durumlarda "Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak."

Yaşamımda şöyle geriye bakınca, gerek bürokrasi yaşamımda, ki kamunun en tepelerinde görev yaptım, sosyal yaşamda da memleketim Antalya'yı Ankarada Antalyalılar Evi'ni açarak, yıllarca Antalyalılar derneğinde yöneticilik ve başkanlık yaparak hiç de fena olmayan öyküler yazarak, günün siyasileri de dahil birçok hemşerimin yaşamına dokunarak, yaşamlarını zenginleştirdim.

Çünkü yaşamak sıradan şeyler ile de sürebilir ama güzel yaşamak ise ancak güzel dostlar ile kol kola olunca bir anlam kazanır.

Bir şeyi geç de olsa fark ettim ki, Antalya'yı Ankara'dan sevmek, onun için Ankara'dan bir şeyler yapmak yerine, Antalya'ya Antalya'dan dokunmanın daha anlamlı olduğunu anladım.

Hani Yahya Kemal Beyatlı'nın o ünlü sözü gibi, “Ankara’nın en çok, İstanbul'a dönüşünü seviyorum,” ben de artık Antalya'yı Antalya'dan sevmek, Antalya'ya Antalya'dan dokunmak istiyorum.

Neden mi?

"Gurbet o kadar acı/ Ki, ne varsa içimde/ Hepsi bana yabancı/ Hepsi başka biçimde/ Eriyorum gitgide/ Elveda her ümide!/ Gurbet benliğimi de/ Bitirdi bir biçimde/ Ne arzum ne emelim/ Yaralanmış bir El’im/ Ben gurbette değilim/ Gurbet benim içimde"!..

Dizelerin yazarı, "Gurbet Şairi" olarak da bilinen edebiyatçı, şair, TBMM'de 6'ıncı,7'inci ve 8'inci dönem milletvekilliği de yapan siyasetçi Kemalettin Kamu'dur.

İnsanlar, yaşam nehrinin sonsuzluğunda, nehrin bir yerinden girer ve bir yerinden çıkar; süreçleri de deneyimleri kadar bilir ve tanımlar. Peki ya, tüm nehri deneyimlemek mümkün mü, asla! İşte burada başkalarının da deneyimlerini anlamak, yaşamlarını bilmek hepimizde anlamlı bir farkındalık yaratır.

Bu da, yaşamı ve olayları gerçekçi ve rasyonel olarak analiz etmekle başlar; zaman alır ve bir süreç oluşturur; enerji harcatır ama hepimize yaşamın farklı katmanlarını keşfetmemizi; düşünce derinliği ile birlikte bir anlayış birliğinde olmamızı sağlar.

Gelin bu ilk günü hüzünlü de olsa bir Nazım öyküsü ve dizeleri ile noktalayalım.

Yıl 1938'dir, Nazım Hikmet siyasi düşüncelerinden dolayı Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi’ndedir, gelin gerisini ona bırakalım:

"Bugün pazar./ Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar./ Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün/ bu kadar benden uzak/ bu kadar mavi/ bu kadar geniş olduğuna şaşarak/ kımıldamadan durdum./ Sonra saygıyla toprağa oturdum,/ dayadım sırtımı duvara./ Bu anda ne düşmek dalgalara,/ bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım./ Toprak, güneş ve ben.../ Bahtiyarım..."

Ben de, bu köşede sizler ile olmama olanak sağlayan Gazeteci duayen dostlara bin teşekkür ederek, BAHTİYARIM!..